Kapanış sahnesi
için korkulu rüya henüz diyemesek de, rüya olmanın tüm emarelerini de bir
şekilde taşıyor sanki... Ömer ile Defne’nin telefon konuşması (Bkz: Ömer – Eee
sen geliyor musun toplantıya? Defne – Gelemem :( Telefon – Dıııııııt-dıııııt!)
biter bitmez cereyan eden olaylar olaylar, içinden 30-40 tane parçası alınmış
yap boz gibi adeta ortada kalmış durumda. Bu arada ben rüya olduğunu
düşünmüyorum. Sadece bir rüyanınkisine benzer bir mantıksal zincir kopukluğu
söz konusu. Velhasıl, sahnenin yarısını izlememişiz gibi duruyoruz. Ne ara
akşam olup çekirdek çitleme faslına geçildi? Neler oldu da Nazlıcan Defne’yi
arayıp “Ömer’le İz Marsilya’ya gidiyormuş?” diye haber uçurdu? (Bu arada,
Defne’nin o dehşetinden “Ömer’le İz kaza geçirdi!” anlamı çıkardım ben bir an
için ne yalan söyleyeyim; o 1 saniye içinde evvelden gerçekten hastane olup
artık sadece dizilerin hastanesi olan mekana bir süreliğine taşınacağımız
düşünceleri filan kafamın içine hücum etti... Bünyem, birikmiş yerli dizi
safrasını böyle böyle atacak zaar!) Neyse ki; Ömer sadece GİDİYORMUŞ!?+%&! Oldu
mu size üç beş alt parantez daha açılmış, çok daha fazla bilinmeyenli denklem?
Burasını
kurcalamak istiyor muyum bilmiyorum. Ne de olsa ben hatırlarsanız sadece 10dk
arayı fırsat bilip patlamış mısır almaya çıkmıştım! İşte hissim aynen bu çünkü.
Sanki bir filmin seans arasındayız; ve izlediğimiz bölüm aslında iki parçalık
daha büyük bir filmin ilk kısmı. Genelde tahmin yürütmeyi zaten sevmem,
heyecanı öldürüp beklentiyi –iyi veya kötü – yanlış kalıplara (veya sadece
gerek olmayan kalıplara) soktuğunu düşünürüm. Beklentiler daima çağıl çağıl
akabilmelidir bence.
Ve fakat; bu kez
doğrudan olaylara ilişkin değilse de yapmadan duramayacağım bir şom ağızlılık
hasıl oldu bana. Bir müddet “Ömer İplikçi’nin gözünün içine fazla bakmış
olmak”tan mütevellit meslek hastalığına mı tutuldum artık orasını bilmiyorum;
ama Ömer senin o bakışlarının tutukluğu da ne ola? “Hayırlara vesile ola”
diyelim! Bölüm sonunda bir kez daha Ömer’in evini basmak suretiyle bu konudaki
pratisyenlik eğitimini tamamlayan Defne; “Gitme” flamasını nihayet Ömer’in
elinden alıp arkasındaki duvara iğneliyor. “Sakın... Sakın hiç bir yere gitme!” İşte
Defne’den işitmek istediğimiz sözler ve onları duymayı artık hak ettiğimiz ses
tonu. Fakat o da ne? Ömer’in Defne’sinin yeni bir perde açtığı ömrü hayatının
belki en mutlu olması gereken anında Ömer’in yüzündeki, gözlerindeki...
bulutlar? Bakınız diyorum, meslek hastalığı diyorum, şom ağız diyorum... Ama
söylemeden edemediğim bu hüsnü kuruntuyu daha fazla eşelemek istemesem de merak
da ediyorum işte; acaba yanılıyor muyum, saçmalıyor muyum? Buradan bir pis koku çıkmasın da; ben
yamulduğumla kalayım Ömercim. Yoksa “demiştim” demenin keyfini bilirim, biberli
çikolata gibidir biraz. Normalde de severim, ama tercihen bu kez almayayım.
Son Notlar (BİTİREMEDİ)
- Defilesinin
en arkalardan izleyen Ömer İplikçi mütevaziliği kalp biz. O numunelerin 1 GÜN
içinde nasıl olup da üretildiğini anlamayacak da olsam, ayakkabılar pek güzel olmuş canım, tebrikler. Sanırım Defne’nin “keşke bunu giyebilecek bir
kadın olsaydım” dediği ayakkabıyı da uzun uzun gördük. Ayağında da görelim,
amin.
- Ben
Kiralık Aşk’tan böyle flashback sahneler hiç beklemiyormuşum ya! Resmen baya
şaşırdım. Çok güzeldi ama. Ayrıca proje ekibine Ömer’in de bir zamanlar
heyecanlı, hafif telaşlı, şapşik bir genç adam olduğunu gösterdikleri için de
teşekkürler, zira kendisinin birkaç bölüm öncesine kadar annesinin karnından
şatosundan halkı selamlayan vakur yalnızlıklar prensi olarak çıktığını düşünüyorduk.
Böyle ara ara gerçeğe yaklaş hep Ömer, alırız bir dal :)
- Ömer’in
af dileyen Yasemin’e olan tavrını biraz
fazla tavizsiz bulduğumu ayrıca not etmem gerek. Ama bunun da bir şekilde bizim
izleyici olarak “yalana tahammülü olmayan” Ömer resmini kafamıza kapkalın
çizgilerle çizmek adına atılan bir adım olduğunu düşünüyorum.
- Unutmadan!
Deniz’in geçen bölüm “aşkta ve savaşta her yol mübah!” dediğini hatırlayalım.
Diyor ki, savaş kısmında kartlarımı oynadım; sıra aşk kısmında... Velhasıl yeni
desteyi de aldı eline, başladı lansmanda, şirketin önünde volta atmalara...
Kağıtları da deşifre etti gibi (hoş Defne’ye “sen ilham perisisin!” bombasını
patlatmana da “eh artık!” dedim, biraz beynimi yakmadın değil ama, dur bakalım,
merakla bekliyoruz bu eldeki hamlelerini Deniz bey.
- Tamam...
SON! Ömer Sinan’a “Ayrılmamız
gerektiğini düşünüyorum.” der. Sinan ise Ömer’e “Bence de, bu ortaklık buradan
toparlanmaz.” Sinan’ın gözlerinde üzüntüden çok öfke vardır neredeyse. Ömer
ise... Ya Ömer İplikçi bakış terapisini açık dosya olarak mı tutsak acaba?
Ömer’in bu sözden sonraki acı, şaşkınlık, hayal kırıklığı dolu bakışını oraya
almak şart mesela çünkü :)
Keyifli, beyninizde bol tilkili günler dilerim efendim…