Bu hikâye terk etme
ve terk edilmelerle dolu bir hikâye. Yeter'in Namık tarafından terk edilmesi
her şeyin başlangıcıymış. Geçen bölüm, Yeter'i hiç sevmediğini söylemişti
Namık. Namlunun ucundayken bile yalan söyleyebilecek tıynette bir adam Namık ve
bence öyle de yaptı. Yeter "hayır" cevabını anında kabullendi ama ben
buna ikna olmuş değilim. Muhtemelen Yeter'i başından savmak, bütünüyle
dağıtarak silahı kullanmasını engellemek için öyle söyledi Namık. Dolayısıyla
bu konu, Yeter için kapanmadığı gibi benim için de kapanmadı.
Yeter ne yapacağını,
nasıl davranacağını bilmez bir halde. Bir Gülsüm'ün yanında duruyor, bir
öteliyor onu. Bir korumaya çalışıyor, bir yargılayanların arasına karışıyor.
Handan'a karşı duruyor ama teke tekte bir kaşık suda boğacak gibi davranıyor.
Fazla netameli. Kıyamet koparsa kopsun deyip eve gitmeye karar vermesi beni ne
kadar umutlandırdıysa, Abidin konusu açılınca delirmesi de o kadar kırdı
umudumu. Oysa kıyamet koparsa kopsun diyen biri olsun yanınızda, başka şeye
ihtiyacınız olmaz, bütün dünyayla savaşabilirsiniz. Böyle böyle anlıyoruz
Gülsüm'ün neden bir o yana bir bu yana savrulduğunu… Neyseki Aslı var, Abidin var da
daha fazla sinir bozmadan sakinleşiyor ortalık.
Bu arada İdil'in
Gülsüm konusunda fikir beyan etmesine kimsenin ses çıkarmaması, yahu sana ne
dememesi çok enteresan. Her konuyu, şimdi bunu konuşmanın ne yeri ne zamanı,
zaten bin türlü bela var başımızda diyerek savuşturmaya çalışan Namık, İdil'i
susturmaya çalışmadı bile. Söz konusu bir kadını ezmek olunca kadını erkeği,
yakını uzağı kim varsa bir olması, ilk taşı atmak için fırsat kollaması çok
acı. Acı olduğu kadar da gerçek. Ne Handan ne de İdil fark etti aynı şiddetin
dönüp kendilerini de vurduğunu, bu sarmalın büyümesine katkıda bulundukça içine
düşeceklerini.
Birkaç haftadır İdil
Yeter'le uğraşmaktan başka bir şey yapmıyordu, ben esas hareketi nikâhtan sonra
yapacağını düşünüyordum ama bu gidişle nikâhın daha da gecikeceğine kanaat
getirmiş olmalı ki aksiyon almaya karar verdi. O güzel gözlerin ve iğneli cümlelerin
ardında gayet manyak bir kadının olduğunu biliyorduk, gözümüzle de gördük
nihayet. Kendi yazıp kendi oynadı ve saldı kendini merdivenden aşağı. Bu
hareketle hem kürtajın üstünü örtecek hem de Yeter'in elini kolunu bağlayacak İdil.
Ne derece başarılı olacağını göreceğiz.
Bir diğer terk
edilen de Yiğit. Sevdiği, örnek aldığı, her şeyi kendisinden öğrendiği abisi
tarafından terk edildiğine inanmış, hayalleri yıkılmış, yalnız kalmış.
Ferhat'ın içine düştüğü şeye terk etmek denilemez belki, ama Yiğit'in baktığı
noktada, onun hissettiklerinin başka bir adı da yok. Ve şimdi etrafında her gün
yeni bir olay cereyan ederken Yiğit'in pozisyon almakta zorlanmasını da anlamak
zorundayız. Bugün elini uzattığına yarın sırtını dönmek istemediği için belki,
önce her şeyi anlayıp, anlamlandırıp sonra harekete geçmeyi düşünüyor olabilir.
Neyse ki onun
yanında da Suna var, hem vicdanın hem sevginin hem de sağduyunun sesi olarak.
Suna hesaplar yapmayan, yarın her şey başka türlü olursa ben nasıl davranırım
diye düşünmeyen, köşe başlarını tutup kendini garantiye almaya çalışmayan,
içinden geldiği gibi davranan biri. Hayatın karşısına çıkardıklarıyla savaşmak
yerine onlara hayatında yer açan biri. O yüzden de sakin sakin karşılayabiliyor
yaşananları ve başkalarının değil söylemeye, düşünmeye bile cesaret edemediği
şeyleri doğallıkla söyleyebiliyor, yapabiliyor.

Terk edilmenin acısı
belki de en çok Gülsüm'ün içinde. Pek hatırlayamadığı babasının ölümünden sonra
iki abisiyle birlikte annesini de kaybetmiş. Yeter'in fiziki varlığının
Gülsüm'ü tamamlamaya yetmediği ortada. Sessiz kalmış çoğunlukla ama onun da
içinden çok büyük parçalar kopmuş. Anne dediğinde, abi dediğinde yanında
kimseyi bulamamışken ayağa kalkmak için bulduğu her eli tutmasında, Cüneyt'e
inanmış olmasında şaşılacak bir şey yok. Ama şimdi zile bastığında kapıyı açan,
abi dediğinde dönüp bakan biri var. Ne yapacağını bilmese de kaçmaması
gerektiğini hisseden bir Yiğit var. Bir de Abidin… Tıpkı Abidin'in onunla
evlenmek isteyişinde olduğu gibi, Gülsüm de ona karşı bir şeyler hissetmeye
başlamasaydı bile kendisine uzanan o yardım elini yine de tutardı, yeter ki ona
bir el uzansın. Ve neyse ki bu kez onu acıtmayacak, terk edip yarım
bırakmayacak birinin elini tutuyor. Ah Abidin, sana öyle çok teşekkür borçluyuz
ki.
Ferhat'ın da terk
edildiğini, 12 yaşında karalara bulanmışken sahiplenilmeyişini, kendisini yine
de seven, kollayan bir anne bulamayışını unutmamak gerek. Aslı'nın beklediği
karşılıkları, sevdiğini gösteren, değişmek için mücadele eden, iyileşmek
isteyen bir Ferhat göremeyişimizin sebebi de bu terk edilmişlik hissi. Ferhat yeniden
yaralanmaktan, yeniden yarım bırakılmaktan korkuyor, korkmakta da haksız
olduğunu söyleyemeyiz. Ama Aslı'nın da dediği gibi, korkmakla bir yere
varılmıyor, korkup kaçan aslında yaşamış olmuyor. Hayatı bir noktada durdurmuş
ve sonrasında sürüklenmiş oluyor sadece.
Ve nihayet Ferhat
Aslan'ın yaşamayı ya da sadece nefes almayı seçeceği noktaya geldik. Ferhat
Aslan ya kaldığı yerden kafalara sıkmaya, racon kesmeye, Namık'ın işlerini
görmeye devam edecek ya da Aslı'yı geri getirmek, o yüzüğü yeniden takmak,
sevmeyi ve sevilmeyi öğrenmek için kendini aşmayı deneyecek. Azad Baba'ya
katılmamak mümkün değil Ferhat, bırak Aslı seni iyileştirsin, sizin hikâyeniz
de bizi…
Yazı devam ediyor...