Üç Hürel grubunun meşhur şarkısı, başlıktaki soruya “Bin
defa” cevabını veriyor. Şarkıyı yazan, bir defa sevmenin bin defa ölmeye eşit
olduğunu nasıl hesaplamış bilemiyorum ama Kemal ve Nihan’ı izleseydi sanırım
sayıyı daha yüksek tutardı. Bu şarkının Kemal’le Nihan için de ayrı bir anlamı
var. Kemal, 5 yıllık sürgününü sonlandırıp Zonguldak’tan döndükten sonra,
arkadaşı Salih’le meyhanede demlenirken bu şarkıyı duyup hüzünlenmişti.
Nihan’ın da bir vakitler, içli içli bu şarkıyı mırıldandığını hatırlıyorum.
Anlayacağınız o döneme kadar yaşadıklarını, çektikleri aşk acısını bin defa
ölmekle eşdeğer tutarak şarkıyı kendi hikayeleriyle özdeşleştiriyorlardı. Ama o
5 yılın üstüne eklenen 2 yılda yaşananları hesaba katarsak, bu sayının daha da
arttığını, takribi 4-5 bin olduğunu söyleyebiliriz. Hele de en yakınlarıyla ve
ölümle sınandıktan sonra…
Altı üstü sevdiler birbirlerini yahu, birlikte mutlu olmak
istediler. Çok şey mi bu? Ama hayatları kesiştiğinden beri başlarına gelmeyen
şey kalmadı. Ne zorlu yolları, çekilecek ne çok çileleri varmış. Fakat daha
önce de demiştim, bu yola bir kere çıkıp da o kayıpları yaşadıktan sonra pes
etmek olmaz. Pes etmek demek, tüm o kayıpların boşa gitmesi demektir. İlk
acıda, fazla hasar yokken dönmedilerse o yoldan, öyle yarı yolda çark etmek,
mücadeleyi bırakmak da olmaz. Mutlu sonuna kadar gidilecek, işte o kadar!
Ben, Kemal ve Nihan’ın bu hafta, mücadele konusundaki
rollerinin tam tersi olmasını bekliyordum. Kemal mücadeleyi bırakmaz ama Nihan
ondan kaçar, biraz kendini dinlemek ister diye düşünmüştüm. Sonuçta Kemal’de,
kardeşinin yaptığının utancı varsa, Nihan’da da kardeşine yapılanın acısı var. Ama
Zeynep’in katil olma ihtimali üzerine benzer bir durumu yaşamışken, bu sefer de
Kemal’in çekincelerini, vicdan muhasebesini ve buna karşılık Nihan’ın artık ona
acı veren şeyleri geride bırakmaya çalışarak aşkına sahip çıkışını göstermek
istediler herhalde. İyi de olmuş, zira Kemal “Yazık oldu yarınlara/Avunurum anılarla/Hani nerde ümitlerim/Hepsi sanki
bir rüya”* dercesine kabuğuna çekilirken, öfkesine ve acısına yenilmeyen
sağduyulu Nihan’ın, onu o kabuğun karanlığına ve havasızlığına terk etmeyip ona
ulaşmaya çalışmasını çok sevdim. “Hadi
şuraya biraz umut serpiştirelim, aşkın yeşersin avucumda. Unutalım dört
mevsimi, sadece bahar olsun.” Bahar, umutların, güzelliklerin yeşerme
mevsimi…

Sen beni bırakmadığın sürece, ben seni bırakmam, bırakamam...
Tarık’ın hapishanede Nihan’la “Kemal’i bırakma.” temalı konuşmayı
yapmasına bile gerek kalmamıştı aslında. Zeynep’ten ilk şüphelendiği zamankinin
aksine, Nihan bu sefer zaten Kemal’den kaçmıyordu, bakışlarında suçlama,
dilinde öfke yoktu. O zaman, Zeynep yüzünden durduk yere Kemal’e de çemkiren
Nihan’dan nasıl hazzetmediysem, böyle aklıselim davranan Nihan’ı da bir o kadar
sevdim. Zamanla insan bazı şeyleri hazmedebiliyor, daha olgun davranabiliyor
işte. Bakınız; “Sen haklıydın Kemal, ben
sana ve kardeşine haksızlık ettim, daha sakin olmam gerekiyordu. Özür dilerim…”
Eskiden Nihan, kardeşinin katilini bulma konusunda nasıl da
hırslıydı. Katili bulup Ozan’ın ruhunu huzura kavuşturmak istiyordu. Geçmişe
dönük bu “takıntısı” nedeniyle şimdiye ve geleceğe dair Emir’den kurtulma
planlarını bile askıya aldı zaman zaman. Hatırlarsınız; Emir Deniz’i kaçırtıp
Nihan’ı dönmeye ikna edince, o da Emir’in tüm gücünü ve soyadını elinden alıp
onu bitirmeye karar vererek yeniden aynı evde yaşamayı kabul etmişti. Bu konuda
adım atmayı uzun zamandır ihmal ediyordu, çünkü kardeş sevgisi ve geçmişin onda
yarattığı soru işaretleri şimdiye odaklanmasına engel oluyordu. Ama neticede geçmişten
gelen cevaplar, bugünü ve geleceği kararttı. Bir şeylere sıkı sıkıya tutunmak
zamanla daha çok acı vermeye başladıysa, onu bırakmak acıyı hafifleteceği gibi geleceği
de özgür kılar.
Yazı devam ediyor.