Acı veriyoruz, acı çekiyoruz ama hepsi gelip geçici*
Ve bazen, siz en doğru kelimelerle seçilmiş cümleleri kurmaya çalışsanız da, sizin yapamadığınızı, size sizin kadar yakın birisi, daha iyi yapar, sizin yerinize. İso gibi! "Ömer'in Defo'ya kötü geldiğine emin miyiz gerçekten de? Hatırlayalım Ömer'den önceki Defne'yi. Sürekli işten kaçmaya çalışan, Nihan'ın iş bulduğu, daima kovulan, mütemadiyen mahallede kavga çıkaran... İçindeki potansiyel ortaya çıkmadı mı ya?" 

Bizim pek beğenmediğimiz fakat dünyaca ünlü tasarımcı Fikret Gallo'yu hatırlar mısınız sevgili okur? Signor İplikçi'nin çizimlerini beğenmeyen ve kadın ruhundan anlamadığını düşünen Gallo'yu. Ne ima edilmişti onun aracılığıyla bizlere? Ömer İplikçi, Defne'den önce kadın ruhunu anlayamıyor ve yansıtamıyordu çizimlerine. Ne zaman ki hayatına Defne'si girdi; Ömer'in tasarımlarına koskoca Gallo hayran kaldı. Çünkü, Fikret'in tasarımlarından hoşlandığı Ömer, aşka düşmüş ve ruhuna aşk karışmıştı. 

Şairlerin, yazarların, ressamların, tasarımcıların, müzisyenlerin kısacası yaratıcı meslek sahiplerinin ruhuna dokunan aşk, ortaya şahane eserler çıkmasına sebep oluyor. İnsan, aslında özünde olan ama bir türlü keşfedemediği bir çok özelliğini, aşık olduktan sonra keşfedebiliyor. Öyle ki, aşkın acısı hatta ızdırabı bile insanın harika şeyler üretmesine vesile oluyor. Aşkla karşılaşan insan, yeni bir göz kazanıyor hayata bakarken. İnsan, hayal kurmayı öğreniyor aşkta. Sonra da kurduğu hayallerin peşinden koşması gerektiğini söyleyen bir iç ses giriyor devreye. Öyle işte, ötesi yok. 

Defne'nin başına gelen tüm değişimlerin tam da Ömer'le alakası var işte. Ömer'den önce, özgüven sahibi olmayan, ailesinden başka bir şey düşünmeyen birisiydi. Hayatta, yaşamaktan ve ayakta kalmaktan başka hiçbir amacı yoktu. Abisinin hayatını kurtarmak için girdiği oyunu başarabilmek imkansızdı Defne'nin nezdinde. Çünkü karşısında, kadir günü dünyaya gelmişcesine yakışıklı bir adam vardı. Neredeyse her kadının peşinden koştuğunu gördüğü, ama kimselere yüz vermeyen bu adamın, dönüp de kendisine aşık olacağını düşünmek yalnızca bir hayaldi. Mükemmeldi Ömer. Sanki hiç bebek olmamış kadar kusursuzdu Defne için. Defne'nin kurmaktan bile korktuğu ama belki de ilk kurduğu hayaldi onunla olmak üstelik. Ömer'in ona hazırladığı kahvaltıya ve kendisine iyi davranmasına bile "kamer şakası" gözüyle bakıyordu Defne. Çünkü Ömer'in de dediği gibi, o kadar farkında değildi ki kendinin... 

Günün birinde, dağ evinde, Ömer'e sormaya bile çekindiği o soruya kahkahalar atmıştım izlerken: "Neden ben?" Ama o kadar gerçek, o kadar masumdu ki o soru; Defne'ye sımsıkı sarılıp hiç bırakmamak istediğim anlardan birisiydi. Bazı cümleler vardır, insanın hafızasından silmesi kolay değildir. Adeta teninize değen, kesen ve belki de içinizdeki her bir hayali öldüren kelimelerden oluşmuş cümlelerden bahsediyorum.

"Bana gerçek tepkiler verme. Çünkü sen gerçek değilsin. Ömer'in her gün gördüğü asistan kızı ben yaratıyorum. Bu ne özgüven? Ömer, gerçek Defne'yi tanımıyor bile. Benim yarattığım Defne'ye aşık oluyor. Neticede Ömer kim, sen kim?" 

Her defasında yıkılan hayallerinin üzerine, bir hayal daha inşaa etmek, herkesin harcı değildir. Hele ki, Defne gibi sırtında koskocaman bir sır dikeniyle gezen birisi, elbette korkacaktı. Korktukça, özgüvenini daha fazla yitirdi Defne. Hayatla arasına bir set çekmek istedi. Dağ evinde, Ömer'i bir kağıda yazdığı notla terk edip, belki de tekrar ot gibi yaşamak istedi. Dahası, Ömer'i düğünün ertesi terk etmemek için, kurduğu tüm hayallerden vazgeçmek zorunda kaldı. Neriman, buna bile izin vermedi. Ne Necmi, ne de Sinan bu duruma sesini bile çıkartmadı. Terk ettiği adamın yanına, tüm mahçupluğuyla döndüğünde, o adam da istemeden daha fazla yerle yeksan etti Defne'nin yok olmuş özgüvenini. Üstelik bunu tek bir cümleyle yaptı.

"Ömer değil, Ömer Bey!" 

Lakin, tüm bunlara rağmen çok şanslıydı Defne. Çünkü, Ömer gerçek Defne'yi tanımıştı çoktan. Öyle güzel seviyordu ki Defne'yi, hayran hayran izliyorduk. Hâlâ sevgililerdi, yalnızca farkında değillerdi. Gözleriyle kurdukları iletişimin önüne geçemiyorduk. Defne, uzaktan uzağa, kendini sevmeyi öğreniyordu. Bazı cümleler vardır işte, hayatın bir anında rastladığımız, altını çizdiğimiz ve asla unutmadığımız. Ömer, asaletinden gelen suskunluklarının arasına sıkıştırdığı, sihirli kelimelerden oluşan bir yansıma cümleyle bile ilan-ı aşk edebiliyordu Defne'ye. Üstelik, herkesin içinde ve kimse anlamazken yapıyordu bunu. 

 "Ya birer yıldız oluyorsak?" 

Defne, kendini değerli hissetmeye başlamıştı, Ömer sayesinde. Sevilmeyi hakettiğine inanmıştı. Baba evinde prensesler gibi değildi ama Ömer'in yanında, bir prensesten bile şahaneydi. Ömer, Defne için prensiplerinden taviz verirken Defne şaşırıyor ve mutlu oluyordu. Çünkü Ömer, kahve yerine çaya talim olurkenki mutluluğunu, Defne'nin güzel ellerine bağlıyordu. Defne ile Ömer, aradaki engeller yüzünden olamadıkça, Ömer yine de vazgeçmiyordu Defne'den. Böyle böyle, Ömer'in ilhamı olduğuna, ona bir tek kendisinin iyi geldiğine, onu iyi yaptığına, daha da önemlisi, kendisinin özel olduğuna inanmıştı Defne. 

Ve herkes Defne kadar şanslı değildi elbette. Üstelik hayatta yolunu bulmuş, başarılı olmayı belki de doğuştan ya da küçük yaşta öğrenmiş bir kimse bile, aşka düşüp çok mutsuz olabiliyordu. Aldatılabiliyor, terk edilebiliyordu. Evde olmayan bir kadını sevmenin imkansız olduğunu söyleyen İlker'i de bir parça haklı buluyorum elbet. Seda, kocasına gereken zamanı ayırmamış olabilir. Bunların hiçbiri, bizim evrenimizde yaşanmadığı için, ahkam kesmeyeceğim. Çünkü bilmediğim konular. Fakat, benim şanssız bulduğum kısım burası değil. Bazı cümleler vardır sevgili okur, rastlaştığınız zaman sizi olduğunuz yere mıhlar ve gözlerinizden süzülen yaşlara engel bile olamazsınız. 

"Beni sevilmeye değer olmadığıma inandırdın. İçime işledi." 

İşte bazen de böyledir. Bazen siz bir kimseyi seversiniz ve bu kimse sizi yeteri kadar yahut hiç sevmez. Sevmediğiyle kalsa iyi. İşte bazen, sizi sevmemesiyle kalmayıp, hiçkimse tarafından sevilmeyeceğinize ikna eder sizi. Bazen bunu, sizi sürekli suçlayarak, aşağılayarak, inciterek, duygularınızı katlederek yapar. O kadar sevmez ki sizi ve her fırsatta o kadar her şeyinizi eleştirir ki, kimseler tarafından sevilmeyeceğinize inanmaktan başka çareniz kalmaz. Zamanla, siz de kendinizi sevmemeye başlarsınız işte. Günün sonunda, her hatayı kendinizde arayan, her kötü şey için kendisini suçlayan birisine dönüşürsünüz. Aynı milyonlarca Seda gibi sevgili okur, dışarıdan güçlü görünen duruşunuzun altında, çok mutsuz bir ruh taşıyabilirsiniz. O kadae sevilmeyeceğinize inanabilirsiniz ki sevgili okur, birileri sizi sevdiği zaman yadırgayacak hâle gelebilirsiniz. Ah sevgili okur ah! 

Nihan tarafından sevilmeyen İso, Defne tarafından sevilmeyen Pamir, Ömer tarafından sevilmeyen Fikret de üzüldü elbet. Ama ne İso'da, ne Pamir'de, ne de Fikret'de, Seda'nınki gibi bir iz kalmadı. Çünkü Nihan, Defne ve Ömer, karşı tarafı hiç böylesi incitmedi. Karşılıksız aşkın da farklı çeşitleri var sevgili okur. Ve bana kalırsa, sevilmeye değer olmadığına inandırılmak kadar ağır bir şey gelemez aşkta insanın başına. Allah, düşman başına vermesin. 

"Yine de iyi ki. Seni alıp savursa da ordan oraya, ipe de götürse, yaksa yıksa da, gene de iyi ki."

İnsanı daha hayatta hissettiren başka bir şeyi ben de bilmiyorum çünkü sevgili okur. Tüm acısına, ızdırabına, azabına rağmen, sizi dünyanın en mutlu insanı da yapsa, yere çakıp asfaltı da yalatsa, sevilmeye değer olmadığına da ikna etse "aşk" işte. İnsanın başına gelen en güzel şey. 

Defne'nin mutsuz olduğu, canının hiçbir şey istemediği bir anda, neşelenmek için ihtiyacı olan tek şey, Ömer'e sarılmak. Çünkü sarılmak, tamamlanmaktır da aslında. Bazen sevgili okur, bazı kelimeleri seçip cümle kurmaya çalışmak yerine yalnızca sarılarak da anlatabilirsiniz her şeyi. Çoğu kelimeden daha iyileştirici gücü barındırır sarılmak, huzur verir. Bir cümle dizisine rastlamıştım günün birinde.

"Sarılmak neden güzeldir bilir misin? Çünkü sağ tarafta kalp yoktur, ve orası hep boştur. Sarılınca, sağ yanını o'nun kalbi doldurur."

Bazı cümleler vardır, insanın sarılası gelir. Ve bazı insanlar vardır sevgili okur, sarılsınlar ve hiç ayrılmasınlar isterim. Defne ve Ömer yalnızca sarılmıyorlar; o anı bir ömre bedel kılıyorlar.

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER