An'ın içinde olmak*
Aynı tarafta ve yan yanayız*
"Kelime acıtır. Hacmi, ağırlığı, dokusu vardır. Tene değer ve keser. Öldürebilir de."

Nazan Bekiroğlu, Kelime Defteri'nde böyle tanımlamış kelimeyi. Küçüklüğümden beri kelimelerle haşır neşirim. Onlardan cümleler yaratmak, en sevdiğim oyun. Çünkü konuşmak veya yazmak o kadar kolay iş değildir. Günlük hayatımızda, gelişigüzel konuşuyor ve yazıyoruz belki ama söz konusu önemli anlarsa, iş biraz zorlaşır. En önce, binlerce kelimeden en doğrusunu bulmak lazım içimizdekileri anlatmak için. Ve doğru kelimeleri seçip, cümle hâline getirmek her zaman kolay değildir. İşbu sebeple, bu eylem benim için oyun oynamak kadar eğlenceli ve ciddi bir iştir. 

Güzel cümlelere rastlamayı da severim. Bazı cümleler, insanın içine işlerler. Hani bazen bir cümlede kendinizden bir şeyler bulursunuz. Hatta bazen bir cümle tam olarak sizsinizdir. Nerede rastlaşırsak rastlaşalım, o cümlenin altını çizmeden yoluma devam edemem. Birgün, bir yerde, günün birinde karşıma çıkan o güzel cümleyi kullanıp, atıfta bulunduğum an mutlu hissederim. Kelimelere verdiğim değerin karşılığını almışcasına gururlanırım. Çünkü biliyorum, bir yerlerde, bir sürü insan var kelimelerle haşır neşir olan. Yüzyıllardır süregelen bu döngüde, hislerin en güzel dökümünün, insanların kurduğu ve bize armağan ettiği cümlelerde saklı olduğunu anlar, derin bir iç çekerim. 

Ben de günün birinde bir cümle kurmuştum. Muhatabı İso gibi gözükse de, aslında her Kiralıkçı'yla mutabakata varmak için kurduğum bir cümleydi. "Defne'nin, Ömer onu terk ettiği için değil, Ömer'siz kaldığı için perişan olduğunu, herkes anlayabilir." Söz konusu bu cümleyi, bir kâğıt aklığıyla buluşturduğum o andan özür dileyerek başlıyorum; herkes anlayabilir ama Topallar hariç. 

Serdar'ın merak ettiği bir konu vardı, Defne ve Ömer sevgili miydi? Bu sorunun üzerine, Defne'nin kurduğu cümleleri hatırlayalım mı sevgili okur?

"Evet. Oldu biraz. Biz zaten hep sevgiliydik. Aramıza mesafe girse de, birbirimizden uzak kalsak da, kavga etsek de hep birlikteydik. Oldu biraz. Daha doğrusu biz hep sevgiliz zaten. Aramıza mesafeler de girse, hiç haber alamasak da birbirimizden, uzak da olsak, yüz vermesek de birbirimize, kavga da etsek, konuşmasak da hep birbirimizdeyiz aslında. Kalplerimiz aynı yerde, aynı ritimde atıyor. Bazen kırıyoruz birbirimizi. Bilerek ya da bilmeyerek. Acı veriyoruz, acı çekiyoruz. Ama hepsi gelip geçici. Hepsi daha güzel günler için biliyorum. Biraraya gelir gelmez ikimiz de hissediyoruz bunu. Ne yaşarsak yaşayalım, biz hep birlikteyiz aslında. Ömer ve ben. Aynı tarafta ve yanyanayız." 

Ben de günün birinde bir takım cümleler kurmuş ve Attila İlhan'dan alıntı yaparak noktalamıştım satırlarımı, 33. Bölüm'den sonra kaleme aldığım özel bir yazıda. "Defne ve Ömer belki birbirlerini bizim içimize sinecek kadar çok tanımıyorlar ama çok önemli bir ayrıntı var çok şey yaşadılar!! Çok şey atlattılar birbirlerine deva oldular, bazen bilerek bazen bilmeyerek birbirlerinin yaralarını sardılar, en önemlisi geleceklerine umut oldular. Bazen sert çıkışlarla, bazen yumuşak dokunuşlarla da olsa, hiç ayrılmadılar, kendileri buluşamasa da gözleri buluştu, ikisi de nereye bakacağını hep çok iyi bildiler. Çünkü ayrılıklar da sevdaya dahil, çünkü ayrılanlar hala sevgili. Yani Defne ve Ömer bence hala sevgili." 

Bazen bir takım şeylere inanırsınız ve bunun inançtan öte, gerçek olduğunu bilirsiniz de. Defne ve Ömer'in her zaman sevgili olduklarına dair inancım da böyle bir şeydi işte. Ben ne kadar bundan emin olsam da, bunu bizzat Defne'den duymak çok mutlu etti beni. Karşımda suratında mimik kıpırdamayan, gayet net ve durduğu yerden çokça emin, hiçbir depremin yıkamayacağı kaya gibi bir genç kadın oturuyordu. Onun muhattabı ailesiydi belki ama aslında benimle konuşuyordu sanki. Yaşadığı anları tekrar tekrar hatırlıyor ve cümleleriyle gözlerimi dolduruyordu. Sanki, gecenin birinde gittiği, KIRMIZI kapılı evin mutfağında o bardakları kıracak kadar neden delirdiğini yeni anlamış gibiydi. Sanki Manu'daki o öpüşmeyle, Ömer'in Defne'si olduğunu yeni idrak etmiş gibiydi. Sanki ailesi çoktan Ömer olmuş, bunu anağnesine de anlatır gibiydi. Üstelik, kimin ne anladığı umrunda bile değildi. Sadece yaşamak istiyordu. Kaçırdığı anların farkına varmış ve sanki çok az zamanı kalmış, bunu hissediyor gibiydi. Uçurumdan atlamak, Defne için hiç yeni bir kavram değildi ki. O zaten, Ömer'le beraber uçurumdan düşmeye çoktan, hatta tam da Türkan Teyze'nin Ömer'i tanıdığı gün, bir deniz kenarında ikna olmuştu. 

"Sanki bir adım daha atsam, uçurumun kenarından düşecek gibi hissediyorum."
"Ya yalnız değilsen, ya birlikte düşeceksek..."
"Korkuyorum"
"Korkma, ben eminim artık." 

Görememiştik o sahnenin devamını. Pek çok kiralık'çı eminim ki devamını kendi belleğinde bir şekilde hayal ederek canlandırmıştır. Çoğu zaman, bunun payımıza düşen bir haksızlık olduğunu düşündüm. Ama üzerine düşündükçe, Kiralık Aşk'ın bu kadar yorumlanmasının sebebinin, bazı şeylerin bizim hayal gücümüze bırakıldığı için olduğu konusunda karar kıldım ve sevdim bunu. Türkan Teyze'me bunu anlatsam, aşktan gözümün kör olduğunu düşünür sanırım. Düşünsün, umrumda değil. Varsın, Defne'yi anlamadığı gibi beni de anlamasın. Canı sağ olsun. 


Yazı devam ediyor...


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER