Ömer, Defne'yi düğün günü "her şey yalandı" itirafını duyduğu için terk etmişti. Ömer'in ilk terk edişi değildi. Ama Ömer, Defne'yi her defasında, kendisine yalan söylediği ve arkasından işler çevirdiği için terk etmişti zaten. Yani Serdar'cım bu soruyu sen değil, anağnen sormalıydı replikler karıştı zaar! Eğer aile fertlerinizden birisi daha başını bir derde sokmayacak ve Defne'nin üzerine yıkıp bırakmayacaksanız; Ömer, Defne'yi terk etmez.
Hayat bu tabii. Eğer bir masal diyarında değil de gerçek bir hayatın içinde olsaydık, Ömer, Defne'yi terk edebilirdi yine. Bir ihtimal bu. Defne yine üzülebilir, yataklara düşebilirdi. Hatta Defne'nin de dediği gibi belki kalkamayadabilirdi. Tam tersi durum da söz konusu olabilirdi elbette, diyorum ya, hayat bu. Çok sevdiğim bir Özdemir Asaf cümlesi vardır.
"'Kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun?' dedi. Öleceğini bile bile yaşadığını unutmuştu o an. Bozmadım."
En nihayetinde, öleceğini bile bile yaşamaya çalışan bir insan, ihtimaller doğrultusunda hareket etmez aşkta. Başına gelir ve sonuna kadar yaşarsın, hepsi bu.
"Önemli olan bir arada olmanız, gerisi hikaye. İki insanın aynı anda birbirini seviyor olması, mucize gibi bir şey."
Türkan Teyze'nin, "Adam döndüğünden beri ne hâldesin. Ne güzel gül gibi yaşayıp gidiyordun." cümlesini, "Ot gibi denir ona." diye düzelten Defne'lerin, gerçekçiliği ve cesaretinden öperim elbette. Çünkü kurduğumuz cümlelere dikkat etmek, en doğru kelimeleri seçmek bu yüzden önemlidir işte. "Gül gibi yaşamak" ve "ot gibi yaşamak" arasında çok fark vardır. Herkes bunu bilir, Topal'lar hariç.
Kendi seçtiğimiz ailemiz, gün gelir, ilk tercihimiz olabilir.
Yakın geçmiş zamanda, ne demişti Ömer Defne'ye?
"Bazen tek bir an, bütün bir ömrü unutturur insana. Bazen de ömür yetmez, o bir tek muhteşem anı unutmaya."
Defne ne dedi Topal'lara?
"Bazen bir an bütün bir ömre bedel olur. Bazen de bütün o koca hayatın, o bir anı telafi edemezmiş demek ki. Ben işte o anın içindeyim."
Anlaşılamayan bir şey var. Defne ve Ömer, biz kiralıkçı'larla beraber, mucizelere inanıyorlar! Yani, ömre bedel olan, bütün bir ömrü unutturan an'ı yaşamalarına hiçbir şey engel olamaz bu vakitten sonra. Defne, elbette ailesi bu durumu kabul etsin istiyor. Eksik hissetmek istemiyor. Ömer, adam gibi adam. Defne'den daha çok istiyor, Topal'ların bu ilişkiyi kabul etmesini. Çünkü, bir gün ailesine Ömer yüzünden sırt çevirdiği için pişman olmasını, ya da içten içe bu aşkı suçlamasını istemiyor Defne'nin. Hepsinden öte bir şey daha var. Ömer, Topal'lar onun hakkında ne düşünürlerse düşünsünler, onlara değer veriyor.
Defne, aslında kimseyi arkasında bırakabilecek birisi değil. Fazlaca fedâkar ve merhametli. Şükrü Abi'min bunca zamanlık ömründe gördüğü en merhametli insan hatta. Hayatını defalarca, başkaları uğruna harcamışlığı var Defne'nin. Yoldan geçen herhangi birisi, Defne'ye Ömer'le beraber olduğu için kızsa, üşenmeden onu da ikna edebilir Defne, mühim olmaz boşa giden zaman onun için. Söz konusu ailesi olduğunda, Ömer için bile olsa rest çekebilir mi aslında hiç? Hayır. Anağnesi düğünü iptal ettiğinde, Ömer'in karşısına geçip, "Evlenemeyiz!" diyen birisi sonuçta Defne.
İso ile araları aynı sebeple açıkken, bir türlü Ömer'le tamamlanamayan birisi Defne. Ve her şey çözülmeden, yüzünde güller açmayan birisi aynı zamanda. Şimdi yalnızca, büyüdüğü için mi bu kadar kapıyı çekip çıkabiliyor peki? Hayır sevgili okur. Ömer'in bir derdi olduğunu farkettiği anda yaşadığı korkuda, dünyadaki en önemli şeyin, bizzat Ömer olduğunu hatırladığı için bu kadar kendinden emin. Ömer'e ulaşamadığında delirdiği ve ona bir şey olacak diye endişelendiği ve o an ait olduğu yerin neresi olduğunu daha iyi anladığı için, şimdi hiçkimseyi umursamıyor.
"Sevmek güzeldir kızım. Ama bu kadar mı? Adamın saçının bir teli için, canını mı vereceksin?"
Mesele, bir saç teli için canını vermesi değil Türkan Teyze'cim. Bu da böyle, büyük büyük kurulmuş cümlelerden birisidir. "Onun için canımı bile veririm!" der mesela insan. İnsanın, ne kadar çok sevdiğini anlatmak için seçtiği kelimelerle kurduğu cümledir bu. Ama mesele, saçının teline zarar gelmesini istememesidir. Hep yanında olmak isteyişleri, Ömer'i koruyup kollamak isteyişleri hep bu yüzden Defne'nin. Çünkü Defne, Ömer'in tam olarak her şeyi.
Kalplerimiz aynı yerde, aynı ritimde atıyor*
Aşk, zaten bu değil mi? Defne, Ömer'i kendinden çok düşündüğü için Ömer'in yanında değil sadece. Kendini, kalan herkesten daha çok düşünmesi gerektiğini anladığı için de Ömer'in yanında. Çünkü, Ömer'siz bir hayat Defne için hayat değil. Ona bir şey olma ihtimali bile Defne'yi çıldırtırken işte, her şeyin cevabını almış oluyor. Ömer'in Defne'ye ihtiyacı var. Bir ömür boyu. Defne'nin de Ömer'e ihtiyacı var aynı şekilde. Ve hayatını yaşamak istediği adamın yanına, kendi mutluluğu için gitmiş oluyor böylece. Ömer'in yanında değil sadece, evinde bile tamamlanıyor artık Defne. Tek başına, kafasına göre takılırken bile iyi durumda. Koltukta mayışırken bile mutlu, sevdiği adamın evinde çünkü, aşk yuvalarında.
"Hayır, önce senin derdin!" dercesine, ikisi de önce birbirini düşünüyor. Defne, ailesiyle arasını düzeltmeli, bu artık en çok Ömer'in derdi. Ömer, kâbus görmesine sebep olan şeyi Defne'ye anlatmalı. Bu artık en çok, Defne'nin derdi. Ve Defne, 19. bölüm'e sıkıştırılan, araba reklamında "ehliyeti var" içeriğinden sonra, bir kez daha direksiyon başına oturuyor. Bunu çok kez istediğimi anımsıyorum. Sahnenin kurgusu, kesinlikle çok güzeldi! Defne, hiçbir şeyi umursamadan, ölüme bile çevirebiliyor direksiyonu. Çünkü korkmuyor, yanında Ömer var. Başka bir deyişle de zaten manyak. Defne de Ömer de manyak sevgili okur, ne yapalım yani? Biz de o manyak taraflarına vurulduk zaten.
Yazı devam ediyor...