"Oysa sözler ne kadar
boş insan sevince
Kalbim sanki deli gibi
seni görünce
Mantık irade kuvvet
sevince pek işlemiyor
Canım senle olmak
istiyor…"
Bazen bir şarkı yaşadıklarımızı, içimizdekileri o kadar güzel ifade ediyor ki bize kulaklığımızı takıp dinlemekten başka seçenek kalmıyor. Defne’nin kulaklığını takıp yürümeye başladığında bu şarkıya denk gelmesini istedim. Özellikle de “İnsan
aşık olduğu kişinin yanında nasıl hisseder?” sorusunu sorduktan sonra. Aşık olduğunda nasıl olursun? Elini ayağını nereye koyacağını, ne
yapacağını bilemez, asimile olmaya, yönlendirilmeye son derece müsait olup
kendin olmaktan çıkar mısın? Yoksa tam da olman gerektiği kişi mi olursun? Cevabın sorulana göre değiştiği bir soru
sordun yine Defnecik…
Ama yaklaşık bir yıldır seni gözlemleyen biri olarak sana
biraz seni anlatayım. Şarkıdaki gibi insan sevince milyonlarca anlama
gelebilecek o güzel sözcüklerin içi bomboş kalabiliyor. Mesela sen Ömer’i gördüğünde kalbinin deli gibi çarptığını, sen de Ömer'de biliyorsunuz. Ve
yine şarkıdaki gibi Defocik, mantık irade kuvvet pek işlemiyor. Sen Ömer’in
Defnesi olmaktan o kadar memnunsun ki, canın hep Ömer’in yanında olmak istiyor.
Tabii ki canımızın her istediğini yapamadığımız lanet olasıca kurallar yüzünden,
senin de canın sıkkın bu aralar. Fakat hem sen hem de Ömer şu sıralar “canlarının
istediklerini” yapma konusunda fena halde tutarsız davranıyorsunuz.
Ömer’den başlayalım. Kurgulanmış hiçbir karaktere bu kadar
bağlanıp, hak verdiğimi hatırlatarak başlayalım hem de. Herkesin buz gibi,
kendini beğenmiş, egosantrik bir adam olduğunu düşündüğü dönemlerde dahi –içten
içe katılsam ve bu beni hiç rahatsız etmese de- seninle empati kurdum, prensiplerine
saygı duydum, ne olursa olsun haddini bilmenle gurur duydum. Fakat şimdi
empati kurma, tevazü gösterme ve en önemlisi had bilme sırası sen de. Şöyle ki,
geride bıraktığımız o bir sene de ne yaptığının benim için hiçbir önemi yok.
Havada uçan kuşun bile yalan söylediği bir ortamda kalmanın sana ne kadar ters
olduğunun farkındayım. Sonra bir gün döndün. Tam da gözüm yollarda seni beklerken, bir
köşeden çıkıverdin. Hayatındaki herkesi yargılaman gerekirken, yine tam da sana
yakışan bir tavırla en acımasız eleştirilerle kendini yargıladın. Bunların hepsi sana
beklediğin gibi yaklaşmayanlara öfke duymama yeter de artardı bile.Şimdi ise hayatını yoluna koymak için önünde bir engel var. Tek bir şey.. Başarması senin için çok kolay olmasına rağmen, uğraşman gereken tek bir şey: Defne’ye tekrardan Ömer’in Defne’si olduğunu
hatırlatmak.
Bildiğin yoldan
gitmek en doğrusu olacak ona eminim. Ancak bildiğin yol bu birkaç haftadır
izlediğimiz yol ise, üzgünüm ilk köşeden dönmen lazım. Sanki tüm bu olanlar yaşanmamış
gibi "Stil Vagonu’ndan ayrıl, Pamir meselesini de kapat" diye
buyurdun. Pamir konusunda yerden göğe kadar haklısın Sinyor fakat yeri
geldiğinde had bilmek önemlidir. Sırf birbirinize deliler gibi aşıksınız diye
Defne'nin sana itaat etmesini, küçük bir kız çocuğu gibi her fikrini
onaylamasını bekleme. Karşındaki dünyanın en şuursuz Defne'si bile olsa bekleme,
Ömer. Çünkü karşındaki sana körkütük aşık ve her hareketine hayran kalan Defne
olsa bile, kendi olmadığını hissettiği an aşkını sorgular, hayranlığı yerini
inadına bırakır.
Bahsi geçen "Tee Londralardan çıkagelen adam"
Ömer'in Defne'nin omzunu göstererek “Şurada yaşamak istiyorum, mümkün
müdür?” dediği, Defne'nin ise “Keşke cebinde olsam” dediği zamanların üstünden baya
geçti. Şu yaşadıklarından sonra hem Ömer’in
hem Defne’nin çok hassas ve henüz kabuk bağlamayan yaraları var. Defne kendini
yine Ömer’e kaptırıp sonrasında yere çakılmaktan korkarken, Ömer farklı
odalarda olmasına tahammül edemeyecek kadar kaybetmekten korkuyor. Ancak tüm bu
yaralar, tersleyerek ya da sanki bir kalemmiş gibi yanında durmasını sağlayarak
iyileşmez. Çift olarak bayıldıkları, "olayları halının altına süpürme" huylarınabir an önce son vermezlerse işler karışacak. Sonra tee Londralardan çıkagelen bir
adam ikisinide istediği oyuna dahil eder, onlar da anca uzun bayık
bakışmalarla kalakalır.
Yazı devam ediyor..