Ömer için çok da yabancı değildi, Hulusi Dede'nin söyledikleri aslında. Ömer'in de dedesine söylerken farkında olduğu gibi; ömür ziyan edilen bir şeydi ve onun da Defne'yle kendisine yaptığı tam da buydu. Atına atladığı gibi Manisa'ya gitti. Motoruna atladığı gibi de gitmiş olabilir, orası önemli değil. Aslında önemli. Misal, sen gittin o kızı aldın, nasıl döneceksiniz? "Aşkım senin için kask bile takmam sen tak." mı diyeceksin? Diyemezsin, bu ülkede trafik kuralları var, bu konuya da bir neyse...
Manisa'da, Serdar'ın muhtemel, "Camiyi geçince sağa dön." tarifi üzerine, Defne'nin kaldığı evi bulan Ömer'i, Nazmiye Teyze karşıladı. "Ben Ömer, Ömer İplikçi, Defne'nin nişanlısı." diyen Ömer'im İplikçi'me, kocaman bir kahkaha ile eşlik etmek istiyorum. Elin Manisa'sındaki Nazmiye Teyze'm ne bilsin senin İplikçi soyadını? İmzanı bırak da gel kurbanın olam. Ayrıca pardon da sen kim Defne'nin nişanlısı? Canım hatırlatmak gibi olmasın da, en son yüzüğü çıkarmıştın ya, sizin nişan orada bozuldu. Tabii sen de haklısın, sen ki daha yalnızca aileleriniz tanıştığında, kendini nişanlı sayılırızdan halliceyle kandırmıştın. Sen ki, vuslat ilen kendini nişanlıyım diye ilan etmiştin, o yüzden evet, sen de haklısın.

Bilmem kaç dönümlük bahçede, Defne'sinin armut yiyişiyle ona bir kez daha aşık olduğunu düşündüğüm Ömer, bir oyun oynuyor. Dudaklarında yine Sevil Berberi melodisi. Ağaçta, ıslık sesini duymasıyla, yüzüne bir ıslık yerleştiren Defne'ciğim, adam belki anasının yüzüğünü almaya geldi, hemen de yükselme. Sen kız tarafısın, accuk naz etsene. Gudu Hala'nızdan da bir şey öğrenmediniz, inanamıyorum. Ormanlık alan görünce özüne dönen Ömer, (Artık bunu kafanızda nereye koyarsanız koyun.) en güzel gülüşünü yerleştiriyor yine yüzüne, bu da onun Allah vergisi siz deyin on beş ben diyeyim yirmi özelliğinden falan en etkili olanı.
"Buradasın."
"Geldim."
Yine bir durum tespitiyle karşı karşıya olan Defne ve Ömer'i gördükten sonra, bana geçici bir süre ulaşılmamış olabilir. O eski halimden eser yok şimdi, mutluluk içinde ağlıyorum şimdi. Tutun kollarımdan düşerim şimdi, eriyorum dostlarım, eriyorum! "Yine bir rüzgar çıkar mı dersin?" demek istiyor ki, "Affet Defne, köpekler gibi pişmanım iyi niyetinden şüphe ettiğim için." yani umarım öyle diyordur, aksini düşünmek bile istemiyorum. Ama "Çıktı bile." diyen Defne'ye kim ne diyebilir ki?

Kim ne derse desin bunun adı aşk. Biraz sonra, Defne'ye niye bunu demezsin, ah böyle diyecektin gibi cümleler yazacak olsam da, ben de Defne gibi davranırdım ve evrende bunun adı 'aşk' olarak geçiyor. Aşk; böyledir. Üstelik her dilde. İddia ediyorum, Mars'ta hayat varsa, orada da öyledir. Şimdi, Defne'nin gurursuz olduğunu düşünenler olabilir ama bizim de gayemiz aşkta gururun olmadığını göstermek değil midir? Hep şöyle düşünürüm; gururlu ama yalnız olmaktansa, aşkı iliklerime kadar hissederek bir ilişki yaşama taraftarıyım. Bazen insanları olduğu gibi -kusurlarıyla- kabul etmek gerekir. Ömer'in özür dileyeceğini hiç mi hiç düşünmedim. Zaten, acı ama gerçek, o adamın gururunu çiğneyip, oraya kadar gelmesi lütuf. Terk eden birisinin, adım atması; "Pişman oldum." demektir zaten. Defne de; Ömer'in yanlışını yüzüne çarpmayacak kadar olgun bu aşkta. "Güvenmiyorum." dedin, en çok sen dedin diye kendini yırtan, bir kalem bahanesiyle Ömer'i odasına getirttiğinde, "Ben insanlara güvenmeyi tercih ediyorum Ömer." diye laf sokan Defne, geçmişi hatırlatmayarak kocaman bir yüreklilik gösterdi yine minnak bedeniyle.
Defne kendisini dağ evinde terkettiğinde, aslında onu ne kadar da çok sevdiğini idrak eden, İz'de bile sevdiğinin siluetini gören Ömer'i hatırladım; Defne'nin kulaklarından silinmeyen Ömer'in seslerini duydukça. Defne de Ömer de birbiri olmadan yaşayamazlardı ama işte hayat giriyordu aralarına. Bu hayat denilen şey; etten kemikten bir şey değildi elbette, bazen Neriman olarak, bazen sır olarak, bazen dede olarak, bazen Defne'nin 'yapamam'ları, bazen de Ömer'in katılığı olarak çıkıyordu karşımıza. Rüzgar nereye eserse essin, kopmak istemediğini söyleyen Ömer'le, birlikte aynı yere yürümek istediğini söyleyen Ömer de aynıydı.

Dünyanın en tatlı sahnesinde araya giren reklam gibi, acı sözlerim var bu kısımda. Ömer her seferinde, "Bunu da aştık" diyerek, konuyu içinde bir şekilde sindirebiliyor ve Defne'yle ilişkisine devam ediyor. Başka bir sorun da beklemiyor bu arada, bittiğini sanıyor. Ama hayatı acımasız kılan insanlar ve Ömer'in en hazzetmediği şey, kendisinden saklanan mevzular, yine bir yerlerden hortlayınca darmaduman oluyor. Evet onları bu noktaya, yaşadıkları yani karşılarına çıkan engeller ve engebeler getirdi. Ve sonucunda, birbirlerini tüm kusurlarıyla sevdiler. Ömer; Defne'yi tüm kusurlarıyla seviyor. Fark etmediği şey; bildiği tüm kusurlarıyla seviyor oluşu. Ömer'in karşısına sürekli, dahası çıkıyor, biliyoruz ki gene çıkacak. Merak ettiğim; Ömer'in o zaman geldiğinde ne yapacağı çünkü ben artık onun ne yapacağını kestiremiyorum. Onu da anlıyorum, yaşadıklarından ambele olan yüreği ve beyni, onun bile kendisini tanımamasına sebep oluyor. Netliğini kaybetti artık Ömer, bunu biliyorum.

Sanki, geçerken karısını almaya gelmiş de çok da gece olmadan yola çıkalım diyor, beni alıyor bir gülme krizi. Evlenmeye diyor bir de iddialı iddialı, Ömer'in arası bitti zaar. "Uzak kaldık, bitti, zaten ben ne istersem onu yaşamıyor muyduk?" deseydi de, tam olsaydı. "Daha yüksek, daha yüksek." demelere doyamadan çizim yapamayan Ömer, inşaallah kendisinden varisleri için ayakkabı isteyen Nazmiye Teyze'mi, göndereceği modelle şoka uğratmaz. Defne'nin gökyüzünde ne gördüğünü anlamış sonunda Ömer ve hak da vermiş, birer yıldız oldukları konusunda. Tam da bu noktada her şey bahane, seyir keyfiyse şahane bir sahne, yıldızları izlediler beraber, bense öyle bir gülümsemişim ki, ağzım kulaklarımda kalacak bundan sonra zannettim. Gerçekten eşsizmişiz. Bu koca evren aslında hepimizi eşit derecede seviyormuş. Hiç birimizin hayatı diğerinden daha önemli değilmiş. Ve hepimiz, ışığımızı yansıtacak birini bulduğumuz zaman, aşık olduğumuz zaman, tam orada, parıl parıl parlayan birer yıldız oluyormuşuz.

Koskoca evde iyi ki de Ömer'e uygun bir oda bulamamışsınız da, aynı odada yatmışsınız Defo'ciğim. Ne demek için rahat etmedi? Adam yıllardır yer yatağında yatıyordu zaten, yeni yatak altlığı aldı kendisine de biraz yükseldi, alışık yani merak etme. Bir an Kiralık Aşk izlemiyoruz sandım, odaya Nazmiş girmedi, yangın çıkmadı, deprem olmadı, sahneler kesilmedi, açıkçası bi endişelendim. Ve Ömer ile Defne'si... Sonsuz aşklarının ilk yıldızıyla bağlandılar önce. Sonra; birer yıldız oldular, eşsiz oldular bu evrende. Ve sonsuzluğun başlangıcı olan o geceyi de hiç unutmamak üzere aşk acısıyla tanıştılar. Ve Manisa'da, kalplerinin dört odacıklarında, biriktirdikleri ne varsa, üzerinden geçe geçe, esas o geceyi sonsuzluğun başlangıcı kıldılar. Kiralık Aşk engeli dışında, her şeyi aştılar.

Sırasıyla; Ömer'in annesinin yüzüğü, yıldızları izlemek ve çıkan rüzgar... Dağ evinde oldukları yerdeler şimdi ama sanki oranın paralel evreninde gibiler. Birbirlerini çok iyi tanıyorlar, dahası birbirlerinin yokluklarına asla dayanamadıklarını biliyorlar. Ve birbirlerini her geçen gün daha da çok seviyorlar.
"Benim hislerim ve arzularım değişmedi ama ağzınızdan çıkacak tek bir söz, beni ebediyen susturur. Ama hisleriniz değiştiyse şunu söylemek isterim, beni büyülediniz; bedeninizle ve ruhunuzla. Sizi seviyorum ve bugünden sonra sizden asla ayrılmak istemiyorum."
Umarım; hislerin, Defne'nin iyi niyetinden emin olamayışların, köşeli yanların, durduğun yer, baktığın açı, gördüğün manzara değişmiştir Ömer İplikçi. Dedenin de dediği gibi; hayat, kimsesiz kalmanın bedelini sana bu kadar güzel ödemiş, ne şanslıymışsın ki karşına Defne çıktı ve seni çok seviyor. Kaybetmekten korktuğu için, senden bir şeyler saklayacak kadar çok seviyor üstelik. Ve senin yapacağın tek şey; ziyan etmemek.