Bazen iyi niyetle çıktığımız yol, bizi hiç ummadığımız yerlere getirebilir. Bu dünyada "Onu kıracağıma kendi kafamı kırarım." diye düşündüğümüz insanı, hiç istemeden kırabiliriz. Karşımızdaki insan da, kendi kırıldığı yerlerinden, yine istemeden bizi kırabilir. Bu meselenin özeti; hayatın ta kendisi aslında. Aynı olaya, yüz insan yüz farklı tepki verebilir. En zor şeyleri aşıp da, en saçma şeylerde parçalarımıza ayrılabiliriz. Bu -saçma- meselesi de görecelidir, bize çok saçma gelen bir mesele, başkası için çok önemli olabilir. Bunlar; Defne'nin Ömer'i incitmesi üzerine, Defne'yi parçalara ayıran Ömer'i de anlayabilmek için kafamın içinde, bir haftaya yakın yaptığım beyin fırtınaları işte. Ömer'e çok kırıldım ama onu da anlamak istedim. Çünkü öyle bir noktaya getirmişti ki kendisini; anlaşılmayı en fazla o hak ediyordu benim gözümde. Çünkü haksız değildi, ikisi de haklıydı benim kanaatimde. Yalnızca; Ömer, asla vermemesi gereken bir tepki vermiş, söylememesi gereken cümleler sarfetmişti belki kendisi bile inanmıyordu dediklerine.
Ömer uzaklaşmak istediği için, Passionis'ten istifa etmeye karar vermiş Defne. Kaçmak ve gitmek istiyor. Yasemin ve Sinan'ı böylesinin daha iyi olacağına ikna edebilmek için diretirken ve son çare olarak Ömer'i beklerken, geçmişi sorguladım. Ömer, Defne'nin hırsız olup olmadığını sorgulamadan, onu Passionis'ten kovdu. Defne ve Ömer birbirlerini yanlış anladıkları için, olay Defne'nin istifasıyla sonuçlandı. Defne'nin tasarımını Tranba'ya sattığı, Sude yüzünden şirkete duyurulduğu için, Defne Passionis'ten ayrıldı. Defne'nin bu zamana kadar, o şirketin çalışanlarına kaç kez rezil olduğunu düşündüm. Evet, Cherrie'yi hiç sevmiyordum ve Defne'nin Passionis'e geçmesini çok istemiştim. Ama Ömer'le her ayrıldığında -ki Allah ayırmasın- istifa etsin diye değil. Haydi Defne hobi olarak yine istifa edebilir ama Ömer'in, bir patron profosyonelliğinde olmasını istediğimi fark ettim. Dağ evinde terk edildiği için, "Defne'nin burada ne işi var?" diye yükseldiği Sinan'ın, "Etik mi bu?" cümleleri geldi aklıma. O zaman da aynı tepkiyi veren, işle aşkı karıştıran Ömer İplikçi'leri hatırladım. Sonuçta; Defne'nin de ekmek parası. Burada kısa günün kârı bilgi de şu oluyor; gerçekten de şirket çatısı altında gönül ilişkilerine karşı olmak lazımmış. Hele ki, patronunla aşk yaşamak, her açıdan zarar.

Ben Defne'nin yerinde olsam, "Banane abi o istifa etsin bu sefer de." gibi bir tepki verirdim kendi içimde. Çünkü sıkılmış olurdum, sigorta işlerinden, yeter. "Artık Passionis'i sevip sevmediğinize bi' karar verin Defne Topal!" diye SMS alacak sigorta kurumundan neredeyse. Ömer, Defne'nin kendisiyle görüşmek istediğini öğrendiğinde, Derya'ya öyle içli bir bakış attı ki, Kartal Belediyesi'ne nikah işlemleri için, Derya başvuracak diye düşündüm. Nitekim kendimi bunlarla eğlendirmeye çalışırken, bedenimin de ruhumun da cayır cayır yandığı sahne geldi çattı. Ömer, Defne'nin yokluğunda bile asistan odasını izlerken; içeride Defne'si olmasına rağmen çevirmedi kafasını. Çeviremedi belki de. Bakamadı Defne'nin yüzüne. Keşke jaluziyi Defne'nin suratına kapatsaydı da, yokmuş gibi davranmasaydı.
Ömer'e, tüm kibarlığı ve gözlerindeki pişmanlığıyla, istifasını uzattı Defne. Ben olsam, etiği yedim diye e-mail atardım da Ömer'in ayağına kadar gidip, istifa mektubu vermezdim. En kötü Şükrü Abi'mle gönderirdim, malum Ömer'in postaları önce bi' onun süzgecinden geçiyor. Yasemin ve Sinan topu Ömer'e atarak, aslında Defne'yi daha çaresiz durumda bıraktılar. Kendimi onun yerine koyuyorum da, tüm iyi niyetine rağmen, bundan şüphe ettiğini söyleyen, evlenmek üzere olduğu sevgilisinin karşısında duruyor. Uzak kalmayı isteyen Ömer, istifa etmek zorunda kalansa Defne. Çünkü Ömer, bu şirketin sahibi. Ve Defne; Ömer emrivaki yoluyla, kendisini Passionis'te görmek istediği için oradaydı. Yok mu kardeşim bu şirketin, ayrılıklar da sevdaya dahil, çünkü ayrılanların hala paraya ihtiyacı olabilir maddeli sözleşmesi? Bir ara Ömer, "Sen istifa edemezsin, ben seni kovuyorum!" diye bağıracak sandım. İhbar süresine gerek duymuyormuş, ilişiğini hemen kesebilirmiş, muhasebe gerekeni yaparmış. Ve bunların üzerine; "Teşekkürler." diyen Defne'yi alıp bağrıma basmayayım da ne yapayım? Annem, neye teşekkürler? Teşekkür edilecek ne yaptı tam olarak şuan Ömer? Seni yaka paça dışarı atmadığı için mi teşekkürler? Durumun farkında değillermiş gibi davrandılar resmen. Uzaklaşmak isteyen Defne'ymiş ve Ömer'in iyi niyetinden şüphe etmiş, üzerine bir de alyans kafasına atılmış gibi -buz şelalesi- duruşlu bir Ömer İplikçi'yi hak edecek ne yaptık?

Ve işte gurur! Sevginin de ötesinde duran, aldığı kararın arkasında durması konusunda, içten içe Ömer'in içini yani oradaki Defne'yi neredeyse çüretecek bir gurur... Gurur da değil tam olarak, affetmeyi bilmemek, aksini yaşamamış olmak Ömer'inki, Koray'ın da dediği gibi; dik başlılık, sabit fikirlilik, anlamamak, dinlememek, kendi doğrularına göre hareket etmek ya da tam olarak manyaklık. Çok sevdiğiniz birinin canını yakan insanı affedebilir misiniz? Çok ucu açık bir soru oldu bu değil mi? Bugüne kadar, Ömer'in annesine yaptıkları yüzünden dedesini affetmediğini düşünüyordum. Oysa onun tüm kırgınlığı; yalnız kalmasına razı olunduğu ve kimse ona sahip çıkmadığı içinmiş. Neriman'ın karakterine rağmen, Ömer'in içindeki yenge sevgisinin tam olarak sebebi buymuş demek ki. Birilerinin kendisini sevmesini, kendisiyle ilgilenmesini istemiş Ömer. Bize, "En zor zamanlarımda yanımda mıydı?" cümlesi, ilk kez geçen hafta yansıtıldığı için, taşlar daha fazla oturuyor. Açıkçası, Ömer'in dedesinin onu hiç aramadığından incindiğini asla düşünmezdim. Şimdi anlıyorum, hayatını insanlara güvenmek üzerine kurmamasının sebebini. Çünkü yalnız kalmış olması da, tüm insanların güvenini kırması olmuş. Belki de yalnız yaşadığı her gün, biraz daha kırıla kırıla sertleşmiş ve kalın duvarlarını örmüş çevresine. Böyle inşaa etmiş buzdan şatosunu, herkesin gözü önünde ama kalben çok uzaklarında.