Her ne kadar kılı kırk yaran, kimseleri beğenmeyen Defne'nin, Sinan'a hayranlığını kabul edemediğim bir dünyada yaşıyor olsak da; dünle bugün arasındaki o keskin farkları görmek, gerçekten de ağlattı. Necmi'nin, "Seni unutmayacağım." pervasızlığına; "Ya sen hala ne diyon be abi, çık şu kadrajdan!" diye çıkıştım en önce. Bana gelmiş unutmamaktan bahsediyor, Allah için unutun da, düşün kızın yakasından. En çok siz unutun. Defne, burada Ömer'den ayrılmış, şirketten ayrılmış, sen kızın bellesen onu ne faydan olacak bize? Mirasını mı bırakacaksın ki bireysel bi' mirasın da yok. İplikçi soyadını verip nüfusuna mı alacaksın ne yapacaksın? Bugün biraz anlayışlı olayım diye ekran karşısına oturuyorum, yok arkadaş olmuyor. Bir de verdiler flashbackte Defne'nin şirketten kovulduğu zamanki mahalledeki Necmi görüntülerini, "Ah!" çektiğimle kaldım, olan yine Ömer'ime İplikçi'me oldu. Kabak benim açımdan, ona patladığıyla kaldı.

Yasemin ve Defne sarılırken, gözyaşlarım durdurulamaz bir biçimde akıyordu. Yasemin'in değişimini öyle bir takdir ediyorum ki, yine burada da İso'ya çıkıyor tüm kapılarım. İyi ki var diye düşünüyorum. Ve Koray Sargın! Bir tek o anlamış Defne'nin değerini. Ya da düzelteyim; en çok o anlamış. Ağzından çıkan her cümlenin, Ömer de farkındaydı, ama -kaçma- modundaydı, duymak istemiyordu, bir kez daha kendini sorgulamak istemiyordu. Kaçan Defne değil Ömer'di aslında. İşte hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı yerdeydik yine...
Nişanlısı yüzükleri attıktan sonra, nişanlısının şirketinde çalıştığı için, iş yerinden de -eski- nişanlısının buz gibi bakışlarıyla ayrılmak zorunda kalan bir kız, aynı gün içinde daha kötü ne yaşayabilir? Anağnesinin, karşısında çeyiz sergilemesi olabilir mesela. Defne, hıçkıra hıçkıra ağladıkça; içim söküle söküle eşlik ettim ona. Zordur bence de, senin mürrüvetini görmek için bekleyen, çok mutlu bir anneannenin hayallerini yıkmak... Ama daha da ağlatan, sırf anağnesi üzülmesin diye, "Üzülmüyorum." demeye çalışan ama tüm acısı, göz bebeklerinin içine yerleşmiş Defne'lerdir. Hayatı, 'ailesi'ni düşünmekle geçmiş genç bir kadının; sevdiği adamı, dedesiyle barıştırmak için girdiği yolda, ponçik kalbinin kırılmış olmasına, dayanamadım. "Geçer." dedi anneannesine Defne, geçer çok da önemli değil... "Abimin hayatını kurtarmak için, hiç tanımadığım birilerinin oyununa alet oldum anağne. Dünyanın en iyi insanını kandırıp, hayatından çıkacakken, çok pis aşık oldum. O bana aşık olmaz diye düşünürken, o da bana aşık oldu. Sonra beni her yerimden tuttular, ona kavuşmamı engellediler. Aşkıma sahip çıkamadım, bütün hayatım mahvoldu ama oyuna girenler amaçlarına ulaştılar. Neriman Hanım; köşküne, Necmi Bey; mirasa, Sinan Bey; Yasemin Hanım'a... Şu anda onların umrunda değilim sadece Ömer'den ayrıldığım için biraz üzüldüler ama beni ne hale getirdiklerinden haberleri yok. Ama olsun, o kadar önemli bir şey değil. Alt tarafı ben olmaktan çıktım ve sevdiğim adama yalanlar söyleyerek dünyasını başına yıktım."

Acının üzerinde durduğunu söyleyen, hissizleşen bir Ömer... Olduğu yerde, işinin başında, ortağıyla mağaza işini konuşmak istedi, basketbol oynadı, hiçbir şey yokmuş, olmamış gibi davrandı. Basketbol topundan da ayrılmak isteyecek diye korktum. Öte yanda; acısını kabul edip, kalbinde, yüzünde, gözyaşlarında yaşayan bir Defne... Olduğu yerden uzaklaşmak istedi, gitmek istedi, kaçmak istedi. Peki esasen kaçan Ömer değil mi? Defne; tüm acısını kabullenmişken, Ömer; acısından kaçtı ve kafasını yapabileceği her şeyle meşgul etmeye çalıştı. Ama ilk durağında tökezledi, ustasının Defne'yle konuşmuş olabileceğinden ümitlendi. Aşk işte... Ne olursa olsun, ne kadar kırgın olursan ol, sevdiğinin iyi olmasını istersin. Canını yakan sen bile olsan, acı çekmesin istersin. Terk etmişsindir, acı çekmemesini beklemek dünyanın en mantıksız şeyidir. Aşkın olduğu yerde, mantık bu yüzden aranmıyor işte. Çünkü iyi olsa, nasıl hiç acı çekmediğini de sorgulayacaksındır.

Defne, gecenin karanlığında, Manisa'ya giden yolda kaybolurken; Ömer'se geçmişinde kayboldu. Ustasından, dedesinin aslında ondan elini ayağını hiç çekmediğini öğrenen Ömer; dedesinin kapısında buldu kendisini. Anılarındaki annesinin hıçkırıklı ağlama sesleriyle, dedesinin kapısını çaldı. 10 seneden de öteydi Ömer'in yüreğindeki kırgınlık. Dahası, annesini kaybeden küçük bir çocuk kadar masumdu Ömer, dedesinin karşısında. Annesinin öldüğünü söylüyordu, kırık kalbiyle, çektiği acıyla artık var olmadığını. Ve annesinin yaşadıklarının üzerine, dedesiyle bir ilişki kurmak, karşılıklı oturmak -ayıp- geliyordu Ömer'e. Haklıydı da böyle hissetmekte. Dedesini affetmek, annesini çiğnemekti onun için. İşte bu sebeple; dedesini karşısına çıkardığında, Defne'nin, annesini çiğnediğini düşünmüştü kendince. Hislerinde haklıydı belki ama bu düşünceden vazgeçmesi gerekiyordu, kendisi de farkındaydı bunun. Affetmesi, affetmeyi öğrenmesi gerekiyordu...
Ölmeden önceki son arzusunun, torununa sarılmak olduğunu söyleyen Hulusi Dede'ye sarıldı Ömer, gözleri dolu dolu bir şekilde. Farkettiniz mi siz de? Gözleri dolu dolu olan Ömer'in kendini kaç salisede toparlayıp, soğuk yüz ifadesini -maskesini- taktığını? İşte Ömer İplikçi buydu. İçinden ağladığı hiçbir şeyi, dışarıya vuramayan, bunu kendine yediremeyen bir adamdı o. Belki o da unutuyordu zaman zaman insan olduğunu ve insan denen varlığın acılardan ibaret olduğunu.

Hulusi Dede'nin son arzuları bitmiyordu, Ömer'in düğününde de olmak istiyordu. Düğüne gelse, sonrasında başka bir şey de isteyecekti belli ki, adam son 10 senesinde, gece gündüz peçeteye isteklerini yazmıştı. Düğünün olmadığını dümdüz bir şekilde, tatil planından vazgeçmişçesine söyleyebilen Ömer İplikçi için bir es koyuyorum. Es koyuyorum ki, hukukumuzu alaşağı etmeyeyim. Ama Defne ile dedesinin ne zaman tanıştığını sorgulamadığı için, mor elbiseye varıp 'oyuna' ulaşamayan Ömer'in, 'algısı' için bir kalp bırakabilirim. Defne'nin kızdığını belirten Hulusi Amca'ya, "Bana mı?" diye soran Ömer'e de bir kalp hadi. Kalp çünkü söz bitsin, biz devam edelim. Defne neden sana kızsın buzlar prensim? Kızsa sana söylemez miydi? Neyse...
Hulusi Dede'nin, Defne'nin Ömer için bir şans olduğu söylemesi üzerine, aydınlanma yaşayan Ömer, buzdan şatosuna girdiğinde anılarına yolculuğa çıktı. Hiç kıyamam dediklerin, kıyıyor mu hep sana? Evet, aynen öyle. Defne de Ömer de birbirlerine kıydılar hep, olan bize oldu. Ömer'in zekasını yalnızca işi için kullandığına kanaat getirip, bundan sonra hayatıma bu şekilde devam edeceğimi, ilan etmek isterim. Duyanlar, duymayanlara iletsin. Ömer; söz konusu 'gönül ilişkileriyse' hiçbir şey bilmiyor. O kadar sevmemiş ki sanırım, yalnızca sevilmiş kadınlar tarafından. Şimdi gerçekten de ilk kez sevince birini, bocalıyor. Anlamıyor. Anlayamıyor. Defne'nin şansı olduğunu, 10 senedir görüşmediği dedesinden duyduğunda, "Aynen hee." moduna geçmesini, ben başka türlü bir yere koyamadım kafamda.