Attila İlhan İzmirlidir. Benim gibi… Onunla tanışıklığım
edebiyatçı olmasından değil aynı şehri sevmemizdendir aslında. Edebiyatıyla
tanışmam ne yazık ki daha sonraları. Ama ona dair okuduğum ilk şey bu.
“Memleket bir kurtlar sofrasına döndü mü isyan haktır.”
“Allah Allah, bu kız Kırgın Çiçekler izleyip nasıl bu sözü
hatırladı ki? Sonuçta Kurtlar Vadisi değil. Vatan millet Sakarya edebiyatı da
yapılmıyor.” diyorsanız eğer durumu şöyle açıklayayım. Memleketin kurtlar
sofrasına dönmesi ne demektir? Kuralın, kaidenin, düzenin kalmaması olarak dar
anlamda açıklanabilir bence bu söz.
Peki, biz dün akşam ne izledik? El altından
türlü oyunlarla bir yetimhaneye yıkım kararı verilmesini… Hem de bu kararın
verilmesi için gerekli kurallara uyulmadığını da gördük. Koşuyolu denen küçük
dünyanın nasıl bir kurtlar sofrasına döndüğünü izledik. Güçlü olanın güçsüzü
ezdiği, kurt kanunlarının geçerli olduğu bir dünyayı… Ekrem Bey’in avukatı
adeta avını bekleyen bir kurt misali çöktü yurdun üstüne.
Kutu kutu pense...
Eee biz büyük sözü dinleriz deyip kızlar isyan etmiş çok mu?
Hep denmez mi "şimdiki gençler çok asi laf dinlemiyor" diye? Kızlarda Attila
ağabeylerini dinlemişler. Baktılar karşılarında kurt var, isyan haktır demişler.
İyi etmişler. Büyüklü küçüklü birden çok çocuk yurtlarını korumak için etten
duvar örmeye çalıştılar. Çalıştılar diyorum çünkü karşılarındaki insafsızlar
acımadan iş makinelerini üstlerine sürdü. Ekrem Bey’in araması gerekti
durmaları için. Çocuklara acımak akıllarının ucundan dahi geçmedi. Hadi bir
ikisi vazifemiz gibi bir şeyler zırvaladı. Ama baya ciddi bir şekilde çocukları
hırpalayanlarda vardı. O işçilerden biri “yapmıyorum lan ben bunu” deseydi
Ekrem Bey aramadan dururdu o yıkım. Belki başka biri, başka bir zamanda yine
yıkmaya gelirdi yurdu ama çocukları çıkarmak için zaman kalırdı. İçeride
çocuklar olduğunu bilmelerine rağmen inatla yurdu yıkmaya çalışmak nasıl bir
vicdandır diyeceğim. Ama vicdan olsa sen bunu yazıyor olur muydun şu an diyor
kafamın içinde minicik bir ses.
Avukata da değinmek istiyorum. Belki ileride ben de bu
camianın içinde olacağımdan en çok ilgimi çeken sahnelerden biriydi. Gözünü
para hırsı bürümüş bir insanın hukuku kendi çıkarları için kullanması… Şimdi
büyük konuşuyorsun ama "ileride senin ne olacağın ne malum" sorusu yankılanıyor
kulaklarımda. Okulu ilk kazandığımda yolsuzluk yapan birine söylenirken bir
teyze kulağıma fısıldamıştı bu sözleri. Bir gün bu kadar yoldan çıkarsam yani o
koltuk sevdası dedikleri şey beni de esir alırsa annem babam itinayla yüzüme
tükürür sanırım. Beni onlar alır bu kötü yoldan. O avukatın (onun nezdinde
gerçek hayatta böyle olanlar için bu sözlerim) ana babası da bir kere olsun
tükürselermiş keşke yüzüne. Kış vakti o kadar çocuğu sokağa atsınlar diye bu
denli çırpınırken, hukuki boşlukları kullanırken vicdanı biraz olsun sızlardı
belki.
Sen ağlama dayanamam ağlama gözbebeğim sana kıyamam:( Songül, Güney’in annesi ile konuştuktan sonra yurda
döndüğünde Feride Hanım’a büyük bir açık sözlülük ile Güney’i hala severken
bıraktığını açıkladı. Artık kimseden utanmadan sevgisini yansıtıyor. Ama Türk
milletinde kendini feda etme inancı yüksektir. Sevgisini feda etmeye de çoktan
hazır. Telefonda Güney ile konuşurkenki ruh hali mesela. Kendinden vazgeçmiş
biri gibiydi.
Songül’ün belediyeden sonra parka gitmesi ise benim yüzümü
güldüren bir sahneydi. Şimdi o sahne çok hüzünlüydü demeyin. Biliyorum elbette.
Türk dizilerinde genel de taraflardan biri kendisi için değerli olan biri adına
sevdasından vazgeçer. Bunun nedenini de karşı taraftan devlet sırrı gibi
saklar. İzleyici de ekran başında "acaba ne zaman öğrenecek niye ayrıldıklarını"
diye bekler büyük bir sabırla. Songül parka gidip her şeyi olunca açıklığı ile
anlatınca bu süreci yaşamayacak olmamız sevindirdi beni.
Sadece keşke “biz ayrı
dünyaların insanıyız. Sen zenginsin ben fakirim” edebiyatı olmasaydı. Bugün
Yeşilçam filmlerini izlerken uzun uzun atılan tiratlar nasıl bugün bize komik
geliyorsa yarın öbür gün bu klişelerde öyle saçma gelecek insanlara aslında. Bu
söze takılıp duyguyu kaçırabilirdim ben o denli sevmiyorum zengin-fakir
ayrımı üzerine yazılan sahneleri.
Tek başına Bizans'a saldıran Battal Gazi gibi hissediyorum. Heyt uleyn.“Baban yurdu başımıza yıkıyor olan bu” sözü ile Güney’in
yüzünün aldığı hal ise izlemeye değerdi doğrusu. Sanki Arif Diren senaryoyu
okumamış, geçen bölümü izlememiş ve gerçekten bilmiyor yurdu kimin
yıktırdığını. O şok olma durumunu ekran başından hissettim. Gittikçe
kendini daha çok geliştiriyor duyguları yansıtma konusunda. Buradan kendisini
tebrik etmiş olayım. Hatta ben o sahneyi kelimelerle ifade edemiyorum sanırım.
İyisi mi videoyu şuraya bırakıyorum. Bence tekrar izlenesi bir sahne… :)
Songül’den tüm gerçekleri öğrenen Güney’in bir şey
yapacağını tahmin etmiştim. Fragmanda da masayı dağıtma sahnesi vardı. Ama ben
sadece gelir örtüyü çeker arkasına bakmadan gider ya da laf yetiştiremez
sinirlenir dağıtır ortalığı diye bekliyordum. Hem laf yetiştirdi, hem
sinirlendi hem de ortalığı bir güzel dağıttı. Yani benim tek tek ihtimal olarak
değerlendirdiğim her şeyi bir kerede yapmış oldu. “Ben bu evde artık yemek
filan yemem. Hatta orada o kadar insan korku içinde beklerken sizde yemeyin
bence” ve güm! Çekilen bir masa örtüsü, dağılan ortalık ve şoka giren
ebeveynler… Yalnız bu sahnenin tek içime sinmeyen tarafı Güney’in bu eve gelmem
deyip arabada kalması. Araba kimin Güney? Babanın değil mi? Cenk’e filan
gitseydin keşke. Hem annesi çok sevimli bir kadın… Açarlardı kapılarını bence.
Yurdun yıkılacağını duyunca gelen Güney ve avukatın
karşılaşmaları ise efsaneydi bence. Babanızı ararım diyen avukata “aramazsan
adam değilsin şerefsiz” diyecek kadar değiştirmiş Songül’ün aşkı Güney’i.
Aslında bu laf tam da Songül’den beklenecek bir şeydi ki kendisi de belirtti
bunu “içimden geçenleri söyledin” diye. Bir de yurt kurtulunca Güney’den
ayrıldığını unutup çocuğun boynuna atlayan bir Songül tatlılığı var ki
sormayın. Ha, ne ara barıştılar onu ben de anlamadım. O ayrılık konuşmasının
üzerine bir barışma konuşması fena gitmezdi ama sarılma sahnesi güzeldi o
yüzden ses etmiyorum.
Kartlardan da fırsattan istifade kurtuldum.byGüney. Yurdun yıkımı durdu durmasına da Güney’in kalacak yer derdi
devam etti. Songül ile hiçbir şey olmamış gibi devam edince yurdun yıkımı
durduğuna göre eve de dönmüş olur diye düşündüm. Ama yine yanılmışım.(Ben
tahmin işini bıraksam iyi mi olacak ne?) Geceyi Serkan’ın evinde geçiren Güney
kantinde olanları Songül’e anlatırken çok sevimliydi. Erkekler yetimhanesi
şakası kısmen kötü olsa bile… Ama geçmişi hatırlatıp Songül gibi “ben onurlu,
gururlu bir insanım çayı kabul edemem” dediğinde yüzümde güller açtı. Geçmişe
atıf yapan, olanları unutmayan ve bunu flashback ile değil konuşma arasında
seyirciye hatırlatan senaryo ve senarist candır.
Güney babasının annesini aldattığını öğrendiğinde Songül’e
söyler mi diye düşünüyordum. Söyledi. Bu dizinin en çok bu yönünü seviyorum.
Sır saklamak yok. Olaylar bu nedenle hızlı akıyor olsa bile bir sezon
karakterler sırları öğrensin diye beklemekten iyidir. Bir de Güney’in böylesine
özel bir olayı Songül’e çat diye anlatması güvendiğini gösterir. Sadece
annesinin aldatıldığını öğrenen birine göre çok sakindi tavırları. Umarım
haftaya bunun altını doldururlar. Diğer kadının Banu olduğu ortaya çıkınca
ortalık karışır mutlaka ama aldatılmak başlı başına bir olay zaten. Tepki
vermek için daha ağır bir hali beklenmemeli. Eğer Güney buna tepki vermez de
Banu’yu duyunca tepki verirse ben şunu anlayacağım. Ekrem’in karısını aldatması
değil karısını Banu ile aldatması kötü. Bence bu algı yaratılmamalı. Ha
diyorlarsa ki daha emin değiller başka kadın olup olmadığından ondan tepki
vermedi eyvallah o zaman. Laflarımı geri alırım. :)
Yazı devam ediyor.