Paraleller evrenine yolculuk: Uzak Şehir

Hatırlayacak olursanız Alya’nın Cihan’ı ilk kez gördüğü bir ân vardı. Alya’nın kendi ile bütünleşen ve içinden çıkamadığı zamanlarda refleks olarak yaptığı bir el hareketi var. “Ben şimdi ne yapacağım?” refleksi. Alya aynı refleksi Cihan ile ilk karşılaştığında yaptığı gibi son bölümde Cihan’ın itirafı sırasında da yaptı. Aynı elbise ve aynı refleks, farklı zamanlarda ve değişen duygularda bu paralel evren içinde yerini aldı. Aslında buradan bile CihAl aşkının ne kadar yol kat ettiğini görebiliriz. Onların duyguları zaman içinde sevdaya düşecek kadar yoğunlaştı. Alya o tepede Cihan’a ne demişti? “Kâğıt üstünde kalacak. Asla gerçek anlamda karı koca olmayacağız. Deniz eğitimine devam edecek. Engel olmayacaksınız. Karşı çıkmayacaksınız. İzin vereceksiniz… Sonra Deniz 18 yaşına geldiğinde hür iradesi ile buradan gitmek isterse önünde durmayacaksınız. Oğlum gidecek. Yok, ben Albora topraklarında kalmak istiyorum, derse ben defolup gideceğim. Nikâh düşecek, atacağız… 

O zaman ben de bu şartlar altında seninle evlenmeyi kabul ediyorum.” Alya bu söze güvenerek Cihan’la evliliğe adım attı. Zaman geçtikçe Alya ve Cihan birbirlerinin dillerinden anladıkları gibi sergiledikleri tutum ve davranışlara da hak verdi. İş zaten birbirini çözdükten sonra çorap söküğü gibi geldi. İlişkileri sürekli itişme hâlinde sürerken hangi arada aşka düştüklerini hesaplayamadılar. Fark edenler olmuştur. Cihan ilk günden bu yana Alya’ya “yenge” sıfatını bile kullanmadı. Ne kadar Albora erkeği varsa ilk saniyeden itibaren Alya’yı yengeleri olarak gördüler. Ama Cihan, Alya’ya asla yenge, demedi. Cihan, ilk bir, iki sahnede Alya Hanım ile başladığı sözlere sonraki sahnelerde “hanım” kelimesini atarak Alya olarak dillendirmeye devam etti.

Belki de Cihan başına gelecekleri az buçuk tahmin ettiği için Alya’yı yengesi olarak görmedi. Sonuç olarak törenin olduğu yerde kaçınılmaz sonlar da vardır. Bir ailede erkek kardeş öldüyse geride kalan eşle ailedeki en uygun diğer erkek kardeş evlendirilir. Boran’ın vasiyeti olmasaydı da Cihan Alya ile evlenir miydi? Evet, evlenirdi. Ağabeyinin isteği olmasa da yeğeni Cihan için Alya’yı kendine eş yapardı. Bir defa Sadakat Albora rahat durmazdı. “Dul kadın konakta yaşayamaz.” diyerek evlenmeleri vacip olurdu. Nitekim Sadakat yine rahat durmadı. Bombayı Alya ile Cihan’ın avuçlarının içine koydu. Sonrasında herkes bu tufandan nasibini aldı.



Cihan ilk kez on yedinci bölümün sonunda boşanmamak için Alya’yı sevdiğini söylemişti. Mahkemedeki bu performansıyla yalnızca Hakim’i etkilemedi. Alya ile birlikte tüm izleyiciyi avucunun içine aldı. Mahkemenin ardından Albora çifti boşanamayınca “Karımı seviyorum.” cümlesinin hesabı elbet Alya tarafından sorgulanacaktı. Yüreği yeniden filizlenen Alya kuş, o psikoloji ile sözlerin doğruluğunu nereden bilsin? Ağam tabii ki hemen kıvırma operasyonuna gitti. Bir bahane uydurdu. Cihan kısa süreliğine de olsa ânı kurtardı. Bu defa kıvıracak hiç yeri kalmadı. Havaalanında açık bir şekilde “Seni seviyorum.” dedi. Alya o sihirli cümleyi duymanın vermiş olduğu şaşkınlığını üzerinden atamadan Ağamdan başka bir hamle daha geldi. Bu defa onların bu büyülü atmosferini ne bir hemşire ne Ümmü ne de Cihan Deniz bozdu. Herkesin içindeyken kendi ânlarında asılı kaldılar. Bu öpücük, Alya’nın ve bir o kadar da Cihan’ın beklemediği bir öpüşmeydi. İkisi de şaşkın. Cihan o ân tutunacak tek dalını kaybetmemek için aklını devre dışı bıraktı. Kalbi, Alya’yı öpmesini söyledi ve öptü. Tamamen spontane gelişen bir ihtiyaçtı. Aşka susamak gibi düşünebilirsiniz. O nedenle öpüşmenin niceliğine değil niteliğine odaklanıyorum. 

Cihan, Alya’ya sevdiğini söyledikten sonra yalnızca bu şekilde öpebilirdi. Fandomun tepkisini de anlıyorum. Yirmi sekiz bölüm boyunca bunun için mi bekledik, soruları her mecrada kol geziyor. Ama şöyle düşünün, Cihan sevdiğini nahif seven bir adam. “Ben, sevdim mi ömürlük severim.” sözünü eden adamdan ne gibi bir öpüşme sahnesi bekleniyordu? O büyülü atmosferden gelen öpücük ancak bu kadar saf ve yüreğe dokunur olabilirdi. Kaldı ki Cihan mahremiyetine önem veren bir adam. Cihan karakterindeki bir adam için havaalanında öpüşmenin ne kadar güç olduğunu biraz düşündüğümüzde kavrayabiliriz. Bu öpüşme ile sınırlarını fazlasıyla aştı. Cihan belki de yaşamı boyunca ilk defa kendi için bir hamle yaptı. Çünkü Cihan Albora’nın sorumluluğunu üzerine aldıktan sonra ailesi ve aşireti için yaşamış bir adam. Tüm adımlarını hesaplayarak atan, gerektiğinde duygularını çiğneyebilecek kadar fedakâr biri. Hatırlarsanız on sekizinci bölümde Nare ile Alya’nın arasında böyle bir konuşma geçmişti. Alya, Nare’ye Cihan için “Aklı hep duygularının önünde.” demişti. Bütün olguları bir araya getirince CihAl öpüşmesinin ne kadar yerinde olduğunu bir kez daha anlayabiliriz. Yeni sezonda sahnenin devamı nasıl olur?  

Hikâye kaldıkları yerden mi akar, bilemem ama bu sahnenin akabinde Cihan ve Alya geçmişteki tüm tecrübelerini kenara atarak bir ilki yaşamaya başlarlar. Alya, Cihan’ı muayene etmek için gömleğindeki düğmeleri açmaya çalışırken tensel çekimden etkilendiğini ve beceriksizce hareket ettiğini hep birlikte izledik. Hatta iki şaşkın âşık, Deniz’in odaya girmesiyle nasıl bir paniğe ve basılmışlık duygusuna kapıldıklarını da gösterdi. Tüm bu sekansları düşününce yeni sezonda CihAl’in ilk öpüşmenin vermiş olduğu duygu yoğunluğunu ve utangaç hâllerini izlemekten büyük keyif alırım. Cihan, Alya’ya “Gitme.” dedikten sonra sahnenin içine giren müziğin de CihAl için bir o kadar derin anlamı olduğunu düşünüyorum. Tam da en anlamlı yerde ve zamanda ilaç gibi girdi. “Gitme sana muhtacım. Gözümde nursun, başımda tacım muhtacım. Beni öldür öyle git. Yaşamam için senin sevgine muhtacım. Muhtacım gözlerine, muhtacım sözlerine… Uzattım ellerimi, muhtacım ellerine gitme…”  Sevgili Selami Şahin sözlerini ne hisli yazmış? Cihan’ın kalbine kanat takılmış ve Selami Şahin’in notalarına konmuştu. Cihan, Alya’ya muhtaç. İlk günden bu yana her zaman gözünden sakındı. Başına taç etti. Bu saatten sonra Alya’nın gitmesi demek Cihan’ı öldürmek, demekti. Alya, Cihan için bir yaşam kaynağı oldu. Onun sevgisinin her zerresine muhtaç kaldı. Dünyasını ardına almış bir adamı artık kararından kim geri döndürebilirdi?



Cihan mağarada kardeşleri ile konuştuktan sonra odaya dönüyor. Bu sırada Alya ve Deniz koyun koyuna uyuyorlar. Harika bir tablo. Cihan da bu tabloyu izlediği için o gün olmadığı kadar mutlu oluyor. Sonra bir şey fark ediyor. Gülümsemesi onları aile olmaya bir adım daha yaklaştırıyor. Yatağın her zaman sağ tarafında yatan Alya, o gece sol tarafına geçmiş ve ortaya da Deniz’i almıştı. Cihan’a o gece aile olmanın açık biletini verdi. Cihan da bu çağrıyı görmezden gelmedi. Üstünü değiştirdikten sonra uğuruna dünyayı yakacağı biricik ailesinin, karısı ve oğlunun yanına kıvrıldı. O gecenin sabahında Alya ve Cihan’ı sarılmış bir şekilde uyurken karşılamalarını beklerdim. Utangaç uyanmalar ve mahcubiyet içeren bir gülümseme CihAl’e yakışmaz mıydı? Bu adım, Cihan ve Alya’yı yakınlaştırdığı gibi ilişkilerine de başka bir boyut kattı. Geri kalan diğer gecelerde de Alya ve Cihan’ın artık aynı yatağı paylaştıklarını düşlüyorum. Umarım yeni sezonda bolca sabah uyanmalarını şahit olacağımız Cihan ve Alya izleriz. O sabah Cihan ağam o kadar mutlu uyanmıştı ki (izleyici bunu göremedi) kahvaltı sofrasında ağzı kulaklarına vararak kahvaltı servisi yaptı. Ey, aşk! Sen nelere kadirsin? Albora’nın Cihan Ağasını da değiştirdin. Her kahvaltı sofrasını aile bireylerine zehir eden Sadakat Hanım’a o sabahki kahvaltı sofrası zehir oldu. Yaşattığını yaşarsın, demişler. Kahvaltı sofrası Sadakat Albora’nın boğazına yumruk gibi oturdu.



Yirmi sekiz bölümü bir yazıya sığdırmak o kadar zor ki en ufak bir detayı kaçırmaktan endişe ediyorum. Bir solukta yazıp bitirmek istedikçe yazı kendiliğinden uzuyor. Biraz da Cihan’ın kardeşlerine olan bağından bahsetmek istiyorum. Üç Albora kardeşin de birbirlerine olan bağlılığını ve sonsuz sevgisini izlerken gözlerim doluyor. Bu bağ, her ne kadar senaryonun içine yedirilmiş olsa bile zeminini Ozan Akbaba’nın hazırlamış olduğunu düşünüyorum. Uzak Şehir yıllardan beri ekranlardan izlediğimiz töre ve aşiret dizilerinden çok farklı. Uzak Şehir’i farklı kılan sebeplerden birisi de kardeşlerin birbirlerinin kuyusunu kazması değil yuvalarını inşa etmeye çalışmasıdır. Nare’nin Şahin’le olan aşkı, Kaya’nın deli divane olduğu sevdasına, Zerrin’ine bir türlü kavuşamaması bir ağabey olarak Cihan’ı düşündürüyor. 

Cihan’ı yapan Cihan özelliklerinden birisi de kardeşlerine olan tutumu. Cihan bir defa aşka inanan bir adam. İmkânsız olmasına rağmen Nare ile Kaya’ya sonsuz destek oluyor. Daha önce hiçbir aşiret ve töre dizisinde böyle bir ağabey kucaklaması görmemiştik. Cihan’ın karakterinden yansımalar sonucunda bu sevgi bağına hep birlikte ortak oluyoruz. Cihan’ın Boran ile olan ilişkisinde de benzer kucaklamanın olduğunu seziyorum. Hatta kardeşlik ilişkilerinde Boran, Cihan’ın ağabeyi değilmiş de Cihan, Boran’ın ağabeyiymiş gibi geliyor. Cihan Nare’yi kaç defa Özkan’dan korudu, saymadım. Kaya’nın kaba sığmayan hareketlerine ne kadar çekidüzen vermeye çalıştı, hesaplamadım. Ama her zaman onları kendinden bir adım önde tuttu. Üç kardeşin oturup kafa kafaya dertleşme sahneleri yüreğime değen güzide sahnelerdendir. Dostlukları, birbirine olan destekleri paha biçilmeyecek kadar kıymetli. 

Büyük veya küçük kardeş olmaları fark etmeksizin birbirlerine öğüt verebiliyorlar. Hataları yüzüne vurulduğunda birbirlerini kırıp, dökmüyorlar. Uzak Şehir’in başarısında Sahra Şaş, Atakan Özkaya ve Ozan Akbaba’nın yarattığı kardeşlik tılsımı önemli yerlerden birini tutuyor. Üç oyuncunun birbirine olan uyumu ve kimyası çok kıymetli. Dizinin süpervizör yönetmeni Ahmet Katıksız, cast kurulurken oyuncular arasındaki uyuma ve tılsıma bilhassa önem verdiği her yönden belli oluyor. Kendisini hassasiyetinden dolayı kutluyorum. Uzun süredir freetv işlerinde her zaman atlanılan veya yapılmak istenmeyen bir hayali gerçekleştirdi.

 

Ölen ağabeyinin oğluna kim babalık yapardı? Her yiğidin harcı değil. Cihan, konağa geldiği ilk günden bu yana Deniz’i oğlu kabul etti. Alya ile ettiği her tartışmada “Cihan benim oğlum.” dese de Alya’yı bir türlü ikna edemedi. Ta ki Deniz’in kaybolup, boğulduğu güne kadar bu böyle devam etti. Deniz’in suya düştüğünü gören Cihan, hiç düşünmeden kendini o asi derenin içine attı. Tehlikeli akıntılar arasında “oğlum” dediği çocuğu bulmak için canı pahasına aradı. Çok şükür ki sorunsuz olarak hepsi dereden çıktı. İşte o ân Alya, Cihan’ın ne demek istediğini anladı. Kalben ve ruhen Cihan Deniz, Cihan’ın oğluydu. Oğlu, baba olarak Cihan’ı kabul ettiği günden sonra Alya da Cihan’a doğru adım atmaya başladı. Boran, oğlu doğduğunda Deniz isminin önüne Cihan’ı eklemesinin sebebi; Cihan Albora’nın sınır gözetmeyen kalbi ve şefkati. Cihan canı pahasına da olsa sevdiklerini koruyup kollayacak bir adam. Vicdanlı, merhametli, sevdikleri karşısında kul olmaya her zaman hazır. 

Cihan’ı diğer insanlardan ve aşiret ağalarından ayıran en önemli özelliği olabilir. Yahu bu adam, ömrünü Sadakat Albora gibi bir anne ile geçiriyor, cennetlik değil de ne? Kadının sınırı yok. Alya’nın dediği gibi jeneratörlü olarak var olmuş. Kendini hemen şarj ediyor ve her seferinde hamlesini bir üst seviyeye çıkarıyor. Böyle bir anneyle başa çıkması bile Cihan’ın karakterini ele veriyor. Deli bozuk Kaya ve Nare dahi yeri geliyor annelerine resti çekiyor. Cihan ise “ana, ata” deyip gün sonunda yine sessiz kalıyor. Son iki bölümde tüm olanlar Cihan’daki bardağın taşmasına sebep oldu. Cihan yakın zamana kadar Sadakat’ı bir şekilde idare edebiliyordu. Sadakat o kadar doyumsuz bir kadın ki kendi istekleri uğruna herkesi yıkıp geçer. 

Düşünün, eli Cihan Deniz’e kadar ulaştı. Cihan için bardağın taşma noktası Deniz’in, bebeği öğrenmesi oldu. Kazadan sonra hastaneye geldiklerinde ise Deniz’in düşme haberiyle beyninden vurulmuşa döndü. Taş olsa şimdiye kadar çoktan çatlardı. Hastaneden döndükten sonra konakta annesiyle olan konuşması geç kalınmış bir konuşma oldu. Cihan annesine karşı ilk defa bu kadar net ve sertti. Sadakat’ın konaktan gitmesini istedi. Sadakat için bu istek, ölüm fermanı ile eş değer niteliğindedir. Sadakat, Albora konağından çıkacaksa ancak kefeniyle çıkabilir. Sadakat, Cihan’ın emrini tabii ki kabul etmedi. Buna karşılık Cihan da “Peki, madem gitmeyeceksin anne; biz gideriz.” restini çekti. Cihan’ın bu restini Alya, Nare ve Kaya da beklemiyordu. Sadakat’ın bütün öfkesi, kıskançlığı Alya’ya. Aradan bu kadar zaman geçmesine rağmen Alya, Sadakat’tan daha inatçı, ayakları yere sağlam basan, yıkıldığı yerden tek başına kalkmasını bilen, gözü kara; kısaca Alya, Anka kuşu. Sadakat’ı kaşıyan durum da bu aslında. Şimdi eline torun gibi koz düşmüşken Alya’ya acımadan gözden çıkaracak olması Sadakat’ın dişlerini kamaştırıyor. Atladığı nokta ise Cihan’ın bu saatten sonra Alya’sız hareket etmeyeceğidir. Cihan’ın bu tutumu anne-oğlu ilk defa ayrı düşürdü. Sadakat’ın hazmedemediği durum tam olarak budur.

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER