Alya’nın geçmişi Cihan gibi izleyicilerin de radarına takıldı. Cihan bu sorgulamayı ilk bölümlerden itibaren yapmaya başladı. Deniz’i minik sıkıştırmaları ile Alya’nın bir ailesi, sırtını yaslayacağı güvenli bir dağı olmadığını anlandı. Yine de Alya’nın ardında koca bir ordu varmışçasına kendine olan güveni, oğlu için çırpınışları ve gözü karalığı dikkat çekmeyecek gibi değildi. Cihan’ın da Alya’ya olan ilk etkilenişleri bu zamanda başladı. Alya yersiz, yurtsuzluğunun vermiş olduğu eksiklikle Boran’a tutunmuştu. Boran’ı kendine sığınak yaptı. Belki bir ailesi olur, umuduyla Boran ile evlendi. Alya’nın Boran ile evlenme nedeni her ne kadar izleyiciye yansıtılmamış olsa bile yirmi sekiz bölüm boyunca yaşananlardan çıkarılabilecek sonucun başka sebebi olacağını düşlemiyorum. Fikriye’nin kısa solukta aralarına katılması ile Alya’nın ne kadar köksüz olduğunu ve yıllar boyunca yaşadıklarını hazmetmek zorunda kaldığını Sinem Ünsal oyunculuğunun gücü ile çok iyi aktardı.

Konu hazır Fikriye’den açılmışken sitemimi iletmeden geçemeyeceğim. On dokuzuncu bölüm itibariyle Fikriye karakteri Uzak Şehir evrenine giriş yaptı. Nursel Köse hem Sinem Ünsal’a plastik malzeme olarak benzemesi hem de Fikriye gibi içinde bin bir renk barındıran kadına ruh vermesi açısından yerinde bir seçim olmuştu. Büyük bir hevesle hepimiz Fikriye karakterini bekledik ancak ekip içinde ne yaşandı ya da karakterin hikâyeye neden hizmet edemediğini anlamadığım bir şekilde yirmi altıncı bölüm itibari ile Fikriye karakteriyle vedalaşmak zorunda kaldık. Bir oyuncu için de heves kırıcı olduğunu düşünüyorum. Baştan beş bölüm şeklinde anlaşmış olsa dizinin kadrosuna girmez ve konuk oyuncu olarak bölümler içinde yer alırdı. Fikriye’ye tasarlanan geliş hikâyesi Uzak Şehir içinde yer edinemedi. Hızlı bir manevra yaparak seyri başka yöne döndüler ve Fikriye’yi talihsiz bir şekilde uğurladık. Aslında Fikriye’nin geliş sebebi ve etkinliği bölüm hikayesi ve seyri içinde planlı yazılmış olsaydı Uzak Şehir’in sezon bölümünde şu an başka konulardan söz ediyor olabilirdik. Ne yazık ki hizmetini tamamlayamayan bir karakter olarak hafızalarımıza kazındı. Halis, Fikriye ve Hasan açılımı senaryoya işlenmiş olsaydı hikâyenin Ecmel ayağı da bir sonraki olay düğümüne kalabilirdi. Böylece Mine’nin hikâyedeki ağırlığı izleyenleri rahatsız etmezdi. Fikriye’nin açtığı boşluk Mine’yi devreye soktu. Senaryonun Fikriye, Hasan ve Halis çatışmasına ihtiyacı vardı. O kısmı çok hızlı bir şekilde elden çıkardılar. Hikâye bu aralıkta boğulduğu için de ne yazık ki izlenme oranları ciddi bir şekilde kan kaybetmeye başladı. Kızıl Goncalar’dan gelecek seyirciyi de hızlı bir şekilde uzaklaştırdı. Maalesef bir heves yazılan ve sonraki hamlelerin hareket alanını kısıtlayan hikâyeler, stratejik hatalara sebep oluyor. Uzak Şehir için ilk defa endişe duyduğum ve başımıza gelmesinden korktuğum hata bu sırada yapılmaya başlandı.

Doktor Uğur için de benzer yorumu yapabilirim. Ellerinde altın cevher varken Uğur karakterinin de iyi bir şekilde değerlendirilemediğini düşünüyorum. Karakter hikâyeye hizmet edemeyince daha fazla durmasına gerek kalmadı ve gidişi ölüm ile sonuçlandı. Gülizar Irmak bu noktalarda beni oldukça şaşırttı. Her iki karakterin de dizi içinde kalış süresinin beş bölüm olması bana manidar gelmedi değil. Fikriye’nin hikâyeye etkisi Boran’ın katillerinin izini sürmede ne kadar önemli bir yerdeyse benim için Uğur’un hikâyede kalışı da aynı orandaydı. Gülizar Irmak’ın elinde iki kilit konu vardı. İlki Boran’ın Ecmel’in oğlu olması diğeri de Boran’ın saklandığı yeri Fikriye’nin patlatmasıydı. Fikriye tamamen evladıyla gurur duyma dürtüsüyle hareket ederek Halis’e kızının ve ailesinin fotoğraflarını gösterdi. Uzak Şehir evreninin küçüklüğünü nereden bilebilirdi? Fikriye’nin aksine Uğur, hiç masum değildi. Uğur’un hikâyeye dahil olması Sadakat ve Ecmel yüzleşmesindeki ilk kıvılcımı atmak içindi. Hem Ecmel’e hizmet edecek hem de Cihan’a Alya’yı kıskanması için alan açacaktı. Cihan ve Alya ilişkisi açısından Uğur belli bir oranda ittirici güç oldu. Hatta Cihan’ı kıskançlıktan kıvrattı bile diyebiliriz. Gülizar Irmak’ın yaptığı bu hamle gayet makuldü. Ancak Sadakat’ın herkesten sakladığı sırrın ortaya çıkarılmasının iyi değerlendirilemediğini düşünüyorum. Yalan yok, Uğur bu aile sırrını kurcalamayı sevdi. Ama Sadakat’ın Uğur’dan çok, babası Fikret Kılınç ile yüzleşmesini daha çok isterdim. Sadakat, Fikret’in bildiği gerçekle yüzleşmekten kaçtı. Kaçmamasını ve Fikret ile bir yerde karşılaşıp geçmişin sır perdesini aralamasını isterdim. Sonuç olarak Uğur, elinde Cihan Deniz bombasının pimini çekerek gitti. Bu sır kapısının anahtarını da Mine’ye teslim etti. Hâlbuki Uğur ile Mine’nin aralarında gelişen bu ittifakın biraz daha sürmesini beklerdim. Sezon sonuna kadar Mine-Uğur iş birliği çok su götürürdü. Mine hâlihazırda Cihan’a takıntılıyken Uğur’un da Alya’ya olan çekimi gözle görülebilecek durumdaydı. Bu ikili el ele verip Cihan-Alya ilişkisi üzerine oynayabilirdi. Uğur’un Cihan Deniz bombasını Alya’nın eline vermesi sezon sonunu bulabilirdi. Bu arada Alboralara karşı Uğur ve Mine, Demir’i de içlerine alacakları başka bir ittifak kurabilirlerdi. Böylece hem Sadakat’ın sırrı hem Alya ve Cihan ilişkisi hem de Alboraların gücü tehlikeye girebilirdi. Ne yazık ki ellerindeki malzemeyi iyi kullanamadılar.

Keza Mine’nin hamileliği de burada farklı bir şekilde kullanılabilirdi. Öncelikle şuna açıklık getireyim. Alya ve Cihan her ne sebeple evlenmiş olursa olsunlar, evli bir erkeğin (bu durum kadın için de geçerli) evlilik dışı bir ilişki yaşaması ahlaken hoş değil. Cihan bu hatayı en başından yaptı. Gülizar Irmak, Cihan’a bu hatayı en başından yaptırdı. Sevgili hikâyesi metres hikâyesine dönüştü. Mine hastalıklı ve şimdilerde söylemeyi çok sevdiğimiz kelime olan, toksik bir karakter hâline dönüştü. Cihan’ın törelere göre Alya ile evlenmesi kaçınılmazdı. Bu evlilik gerçekleşirken Alya ve Cihan her ne kadar “birbirimize dokunmayacağız” anlaşması yapsalar bile ateşle barut hiçbir zaman yan yana durmazdı. Durmadı da! Sadakat Albora’nın asla gerçekleşmesini istemediği olay, tüm engellere rağmen adım adım geldi. Alya ile Cihan birbirine âşık olmanın da üzerinde imkânsız bir sevdaya düştüler. Aşklarının gücü imkânsızlık tanımadı. Uzak Şehir’i Al Hayba ile mukayese etmek istemiyorum.
Uzak Şehir’in yola çıkış ve esinlenme noktası Al Hayba olabilir ama açılımlar ve karakterin hikâyeyi doldurması Gülizar Irmak’ın yarattığı yeni bir evren oldu. O nedenle Mine’nin hikâyenin içindeki ağırlığı da bölümler geçtikçe artmaya ve ana karakterleri sıkıştırmaya başladı. Mine, keşke eski bir sevgili olarak kalsaydı. Cihan neredeyse onuncu bölümlerden sonra Mine ile hiç ilişki münasebetinde bulunmadı. Mine’nin yirminci bölümde ortaya çıkan hamileliği Uzak Şehir izleyicilerinin canını çok sıktı. Tamam, Mine’nin hamileliği hikâyeye hizmet etmek için yazılmış olsun. Bunu kabul ediyorum. Ama o kadar piyangodan çıkan bir hamilelik haberi oldu ki bebeğin kaç haftalık olduğuna bir türlü karar veremediler. İlk önce sekiz haftalık dendi, aradan belli süre geçince bebeğin cinsiyeti öğrenildi. Sekiz haftalık hesabına bakıldığında Cihan’ın Mine ile birlikte olması mümkün bile değildi. Alya ile birlikte o gece Nusaybin’de karantina bölgesindelerdi. O hesaba gidecek olursak Mine’nin bebeği kimden oldu? Hiç değilse bir parmak hesabı yapsalardı. Burada izleyicinin aklıyla dalga geçtiklerini düşünüyorum. Ne yani, Mine’nin hamileliği şimdi hikâyeye hizmet etmiş mi oldu? En başından düzgün bir hesap yapıp bebeğin haftasını doğru bir şekilde verselerdi buna seyirci de küsmezdi. Seyirciyi kaybetme noktası hesap hatasıyla birlikte başladı. Mine sekiz haftalık değil de on, on iki haftalık hamile olsaydı şu an hikâyeye farklı bir noktadan bakabilirdik. Sonuçta, Cihan ve Alya’ya göre, ilişkileri bu kadar boyut kazanmamıştı ve daha sindirilebilirdi. Mine ne yazık ki bu hikâyede en mutlu anların katili olarak kalacak. Gelelim bebeğin düştü, düşmedi meselesine. Sadakat’ın karnındaki Boran nasıl düşmediyse Mine’nin karnındaki veliaht da “hikâyeye hizmet etmek” amacıyla düşmeyecek. Benim anlamadığım başka bir konu var. Mine’ye bu kadar nasıl sonsuz güveniyorlar? Bebek hakkında yalan söyleme potansiyeli hiç yok mu? Yahu, Cihan veya Sadakat bildikleri ve güvendikleri bir doktora Mine’yi muayene ettiremez miydi? Bebeğin haftası ve cinsiyeti şüpheli. Doktoru ayarlamadığı ne malum? Üstelik Alya jinekolog. Hiç olmadı Alya kontrol etseydi. Hoş, Cihan Alya’ya bu kötülüğü yapar mı? Yapmak istemez.
Velev ki Alya, Mine’yi muayene etti. Alya kuşum bağrına taş basar yine de Mine’yi muayene ederdi. Buna gerek var mı? Yok. Elbet Sadakat’ın bildiği ve güvendiği başka bir doktor olabilirdi. Sorgusuz sualsiz Mine’ye güvenmeleri beni bu hikâyede ikna etmedi. Hamilelik hikâyesini şöyle çevirebilirlerdi. Bebek Uğur’dan olabilirdi. Birlikte çok fazla vakit geçirdiklerinden dolayı birbirlerinin güvenlerini kazanmışlardı. Arkadaş desteğinden evrilen ilişkileri olabilirdi. Her ikisinin de alkol aldığı ve yoğun duygular yaşadığı bir gece birlikte olurlardı. İkisi de hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam ederdi. Mine’nin hamileliği ortaya çıkar ve Cihan’dan hamile olduğunu düşünebilirdi. Sezon finaline yakın bebeğin babasının aslında Cihan olmadığı ortaya çıkardı. Mine de bu hırs ile Uğur’dan öğrendiği Ecmel gerçeğini Sadakat’a tehdit olarak sunabilirdi. Ama olmadı. Yeni sezonda izleyebileceğimiz ihtimali hemen söylemek istiyorum. Hikâye havaalanında kaldığı yerden devam etmez, diye düşünüyorum.
Birkaç aylık zaman atlaması görebiliriz. O sıralar Mine’nin bebeği doğmak üzeredir. Alboraların başı hiç olmadığı kadar derttedir. Ecmel henüz Deniz’i öğrenmemiştir. Mine dur durak bilmez, Alya ve Cihan’ı sürekli tehdit eder. Akıl ve ruh sağlığı günden güne zayıflar. Alya ile Cihan’ı mutlu bir şekilde görmeyi hazmedemediği için Cihan Deniz’i veya Alya’yı kaçırabilir. Böylece Alya, Mine’nin bebeğinin doğumunu yaptırmak zorunda kalır. Alya’mız, Anka kuşumuz her düştüğünde küllerinden yeniden doğduğu için bu psikolojik savaşın üstesinden gelmeye çalışarak, kocası Cihan’ın bebeğinin doğumuna ortak olur.
Genelde klişe hikâyeler şöyle devam eder: Doğumda oluşacak komplikasyondan dolayı Mine hayatını kaybeder. Bebek, Alya’nın kucağında kalır. Bu defa Deniz’in paralelini Alya yaşar. Başkasından olan bir bebeğe annelik yapmak Alya’nın çıkmazlarına bir yenisi daha ekler. Nasıl fikir? Gülizar Irmak bu tasarıyı yaparsa Mine’nin hikâyede bu kadar ısrarlı kalma sebebini anlamlı bulabilirim. Ancak Gülizar Irmak’ın bu şekilde yazacağını düşünmüyorum. Bölümleri izlerken kurduğumuz hiçbir olasılık ve tahmin tutmuyor. Mine’nin bu kadar cüretkârlaşmasının geçerli sebebini ikinci sezonda çok iyi vermeleri gerekiyor. Çünkü gün geçtikçe Mine’nin beklenmeyen çıkışları dizinin rating bazında kan kaybetmesini sağlıyor. Evet, Uzak Şehir hâlâ sezonun en çok izlenen dizisi olabilir. Bu demek değil ki her şey aynı şekilde devam edecek. Sezonu 20-25 bandında ratingle kapatmak varken neden 14-15 bandında kapattılar? Seyirci bir şeylere tepki vermiş olmalı. Hâliyle de izlemekten kaçınmışlar. Sezon içinde 18 bandını görmüş bir iş, bir anda 3-4 bantta düşüş yaşadı. Acil olarak toplanıp konuşulması gereken önemli bir husus. Toplandıklarını da düşünüyorum ama yeterli gelmediği bir daha o bantlara çıkamayan ratinglerden belli oluyor. Son on bölümlük açığı sezonun son iki bölümünde toplamak akıl kârı olmayan bir hamleydi. İzleyici de tepkisini gecikmeden gösterdi. Senaryo yazım aşamasında tıkanmalar olması gayet olağan. Gülizar Irmak’ı da bu konuda anlıyorum.
Ama çözümü var. Senaryo ekibine taze bir kalem, akışı tümden etkileyebilir. Bu kadar uzun soluklu ve ağdalı bir hikâyeyi yazmanın ne kadar meşakkatli olabileceğinin farkındayım. Gülizar Irmak’ın yılların tecrübesiyle edindiği hamleler veya u dönüşleri vardır. Kararına saygı duyarım. Benim fikrim yalnızca naçizane bir tavsiye niteliğinde olabilir.
Yazı devam ediyor...