Kimi diziler vardır, oyuncu kadrosuyla, konusuyla ilgimi
çeker ve ilk bölüm yayınlansın diye hevesle beklerim. Kimi dizilere ise
tesadüfen televizyon karşısında otururken denk gelip şöyle bir bakarım. İtiraf etmek gerekirse Bir Deli Rüzgar benim için ikinci kategoride olan bir diziydi.
Konusunu doğru dürüst bilmeden, oyuncularına ekstradan bir ilgi duymadan, ilk
bölümün yayınlandığı akşam denk gelip “Aa ilk bölümmüş, hadi bir bakayım.”
diyerek izlemiştim. Bölüm de ilgi çekici şekilde akıp finalinde de günümüz
Melikesi kalbinin tam ortasından vurulunca, ikinci hafta gayet bilerek ve
merakla oturdum ekran başına.
Doğrusu Melike’nin ameliyatı, biraz da doktorun edebiyat
parçalama sevdası yüzünden, bin saat sürünce ikinci bölümde bunalmadım değil
ama geçmiş hikayesiyle bir şekilde bağladılar beni. Geçmişteki bu gazino hikayesi, pavyon
parodisine dönüşür diye endişelenmiştim ama hiç de korktuğum gibi olmadı.
Hatta günümüzden çok geçmişi merak eder oldum. Genç Melike Candan
nasıl yükseldi, kimlerle ne gibi ilişkiler kurup alışık olmadığı o kurtlar
sofrasında nasıl tutundu merak ettim.
O kanadın nostaljik tadının yanı sıra beni oraya asıl
bağlayan şey; genç bir kızın kendi kaderini yazmak için hayaline sarılarak, bu yolda tutkuyla ilerlemesi,
bu uğurda pek çok şeyi göze alması, ama vicdanını ve ellerini kirletmemeye
çalışması oldu. Gördüğümüz kadarıyla orta halli, sevgi dolu bir ailenin en
büyük kızıydı. Yani öyle evdeki baskıdan kaçıp şöhret olma hevesinde olan kız
klişesi yok burada. Pekala da, maddi imkanlar ölçüsünde istediği yere kadar
okur, başka bir işte çalışmak veya evlenmek istediğinde de ailesinin onayıyla
mis gibi bir hayat sürebilirdi. Ama bunun yerine hayallerinin peşinden gitmeyi tercih etti. Üstelik safça bir şekilde sadece pırıltılı
ve şöhretli hayatın cazibesine kapılıp gelmemiş, sahiden şarkı söylemek
istiyor. O dönemde onun seslendirdiği parçalarla şarkıcılıkta yükselmenin,
zirveye çıkmanın yolu da çoğunlukla gazinolardan geçiyordu. Melike de bu yola
bu yüzden girdi.
Affet beni...
Bu durumun sonucunda ailesinin yaşantısı değişti ama buna
rağmen emelinden vazgeçmiyor. Bunu da itici bir hırsla, gözü karalıkla
yapmıyor. Bir hayali, bir hedefi var ve bunun peşinden hevesle ve inançla
koşuyor yalnızca. Hırsı kalbini karartmış bir karakter de değil, kurtlar
sofrasına istemeden düşmüş garip bir ceylan yavrusu da değil. O sadece hedefi
olan ve buna ulaşmak için çalışan, ayakta duran bir kadın. Bu denge çok güzel,
dilerim ileride de bozulmaz. Melike’nin gençliğini canlandıran Almila Ada da,
güzelliği ve duruşuyla döneme yakışıyor. Kendisini benden başka Natalia
Oreiro’ya benzeten var mı acaba? 2000’lerin başında deli gibi “Vahşi Güzel”
izleyenler bana hak verir sanırım.
Günümüzdeki Melike ise biraz daha kaderine boyun eğmiş
gibi duruyor. İşte o gencecik ve dişli Melike’yi hayat bu noktaya nasıl
getirdi, karakterin evrimi nasıl oldu, bu süreçte neler yaşadı çok merak
ediyorum. Hatice Aslan’ı da, peş peşe izlediğimiz güçlü, başarılı, zengin kadın
karakterlerden sonra böyle bir rolde görmek güzel bir değişiklik oldu.