Poyraz Karayel: Yaz, kış, bahar geri geliyor; babam geri gelmiyor..

"Görelim bakalım bu büyük resmi Poyraz bey evladım.."
Poyraz'ın kim olduğunu ve yıllar içinde neye dönüştüğünü anlayabilmek için yaralarını görebilmek gerek. Poyraz'ın "tutunamayan" olmasının sebebi, ilk günden beri babası. Onu kaybetmesi, geleceğine dair umutsuz da olsa bekleyişi.. Hayatta en sevdiği insandan, onu "eksik" bıraktığı için nefret ediyor oluşu. Tüm hikaye bu gövdeden yola çıkıyor aslında.. Bugüne kadar gördüğüm onca hikaye içinde, bir karakterin yaşadığı dramın bu kadar gerçekçi ve yoğun olarak verildiğine az şahit oldum. 

"Sen gittiğinden beri.."


Bu öyle bir gövde ki Poyraz'ın Bahri ile ilişkisi, sırf bi' parça da olsa baba desteğini, o büyük gölgenin altında güvenle durabilme hissini yeniden yaşaması sayesinde vazgeçilmez oluyor. Hatırlarsınız, Zafer'in kumpası sonucu cinayetten müebbet yemek ve Bahri Babanın gözünde yalancı durumuna düşmek ikileminde kaldığında bile, Poyraz müebbet yemeği yeğlemişti ilk anda. Yeter ki "babasının" kalbi kırılmasın. Geçtim yani onun için vurulmasını, hayatını tehlikeye atmasını falan. -Poyraz'ın aklanması için Ayşegül'ün şahit olması gerekiyordu ve bu durum ilişkilerinin açığa çıkmasına yol açacaktı.-

"Bahri Umman'ın yanında ne gördüm?"

Keza Poyraz'ın, Sinan'a bu kadar iyi bir baba olmaya çalışması da kendi babası ile alakalı. O sevgisiz kalmıştı çünkü, oğlu kalmayacaktı. Ancak ne kadar kaçsa ve reddetse de sonuçta Poyraz da babasına benziyor, o da ne zaman büyük ikilemlerde kalsa hep Sinan'ı arkada bırakmayı göze aldı. Tek farkla; babası terk etmişti, Poyraz ölmeyi seçiyordu..

Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta var. Poyraz'ın annesi de yok. Ve daha fenası kadın ölmüş durumda, babası gibi de değil yani. Ancak buna rağmen tam bir sezon boyunca Poyraz'ın bu baba hissiyatını izledik. Annesinin lafı ise 1-2 kere geçti sadece. Elbette annesini de seviyordur, lâkin babası "başka." Çünkü en başından beri belirttiğim gibi, Poyraz "tutunamayandı" ve onun "tutunma şansı" da bir gün babasının geri gelebilme ihtimaliydi..

"Ben o resimde yokum albayım.."

Ve finalde asıl bomba patladı. Tam bir sezon boyunca izlediğimiz Poyraz hikayesi tamamen yeni bir pencereden sıfırdan başlayacaktı. Gerçek babası ile hep eksikliği çektiği ve hayatı boyunca yaşadığı eksikliği bir nebze de olsa bastırmasını sağlayan Bahri arasında kalacak olan Poyraz'ın yaşayacakları bize vaat edilmişti. Bunu kurgulamak ve herhangi bir dizi için yeni sezon hikayesini bu derece ilgi çekici kılmak gerçekten çok büyük bir başarı.. 

Bir örnek vererek daha açıklayıcı olmak gerekirse;
Sema gibi yan bir karaktere "ayrıcalıklı özellik" yani hafıza kuvveti ekleyip, bunu sürekli kaşıyıp ardından da onu genetik üstünden Alzheimer'a götürmek ve o hikayenin çengelini ilk sezondan atmak size kanal açar ve bence bu da başarılı bir fikirdir. -Ki çok kişi hatırlamaz; Sema'nın benzin almayı unutmasına söylenen Poyraz yapmıştı asıl göndermeyi." Bu şekilde ayrı ayrı karakterlere ana ya da yan karakter olması fark etmeksizin yeni hikayeler açan çok yapım görmüşüzdür. Lâkin İsmail Karayel/Adil Topal hikayesi tam olarak odak noktasını oluşturuyor ve dizideki tüm dengeleri ortadan kırıyordu..

"Çamaşır sepeti bile bizden daha değerliydi biliyor musun!"

İlk günden beri kurgulanan harika plan meyvelerini vermeye başlamış, Poyraz sonunda nefretle sevdiği babasına kavuşmuştu. Ya sonra? İşte orada benim algılarım kapanıyor ne yazık ki.. Çünkü, gerçekten bütün samimiyetimle söylüyorum, herhangi bir yaratıcının kendi eserinin temelini bu şekilde dinamitlediğine daha önce şahit oldum mu hiç bilmiyorum. Elbette vardır da bu kadar kaliteli bir yapımın bunu yapmasına akıl sır erdiremiyorum, asıl fark orada..

Hem dramatik yapısı hem de aşırı komik sahneleriyle Türk dizi tarihinin belki de en başarılı birkaç bölümünden birine adını yazdıran 32. bölümün sadece birkaç hafta sonrasında İsmail Karayel görünümlü Adil Topal hikayesi iptal ediliyor.. Ve "bölüm sonu canavarı" olarak Öz Hakiki Adil Topal ortaya çıkıyor birden bire. Hem de bu sefer ki öyle önceki gibi değil; daha "karanlık" daha "cani" daha "karizmatik" bir kötü.. Değişen bir şey oluyor mu peki? Tabii ki hayır, o karakter de tutmuyor ve onun yerine bu sefer de Poyraz'ın "abisi" ortaya çıkıyor. O ise hepsinden "manyak!" Sonuç? O da öldürülüyor haliyle..

İyi de neden tutmadı bu hikayeler? Elimden geldiğince fikirlerimi yazmaya çalışacağım, ama baştan şunu belirtmem gerek; dünyanın dört bir tarafından tarihin en iyi senaristleri ekibe destek olmak için katılsa ve yeni Adil'i de Al Pacino falan oynasa dahi o hikayeler tutmayacaktı. Zira ölü doğuyorlardı..

Çünkü, ilk olarak bizim hikayemiz Poyraz Karayel hikayesi ve o yeni gelen karakterlerin Poyraz ile bir alakaları yok. Bahri daha ekranda gözüktüğü ikinci saniyede yeni gelen Adil'i dilim dilim doğrasa, Poyraz'ın kılı kıpırdamaz üstüne de iki şiş kendi atar. Poyraz'ın gövdesi, babası o adam değil ki. O bir yabancı, o adam düşman bile değil ilk an için. Dış kapının dış mandalı sadece. Sokaktaki alelade herhangi bir psikopattan zerre farkı yok.. Kısacası ortada çatışma yok!? Halbuki tüm hikaye Poyraz'ın sürekli bir şeyler arasında kalmasıyla yaşanıyor en başından beri. Poyraz, Ayşegül ve Bahri arasında kalır. Poyraz, Sinan ve Begüm arasında kalır. Poyraz, Bahri ve polisliği arasında kalır ve en sonunda da Poyraz "gerçek" babası yani İsmail Karayel ve Bahri arasında kalır. Tüm her şey Poyraz'ın sürekli seçim yapmak zorunda kalması ve bu seçimleri yapmak istemediği için de hayatını yalan üstüne kurması şeklinde, veyahut en sonunda yaptığı seçimler yüzünden sürekli bir tarafının kanaması durumuyla gerçekleşiyor. Ve tam da o sırada bir bakıyor ki Poyraz, seçim yapmasına gerek olmayan bir karakter çıkıyor ortaya. Neden? Niçin? Nasıl? Niye? Ne sebeple? Cidden cevabı bilmediğim için soruyorum..

"Albayım, albayım! Bir aşk kaç tane yalan kaldırır?"


Bu konuyu bir de seyirci açısından dile getirmek gerekirse..
Misal, kardeşinin yani Onur Umman'ın mezarı açılırken Sadrettin'in nasıl ağladığını hatırlarsınız, Bahri'nin kahrolmasını, Ayşegül'ün durumunu. Ne kadar da etkileyici bir sahneydi, zati bu ölmüş "çocuk" ile alakalı tüm sahneler çok dramatiktir. Bahri "oğlum öldü ben de öldüm" gibisinden ağlar da ağlar. Ve izlerken çoğu insan da ekrandakilerle birlikte gözyaşlarına boğulur. Ancak aynı Bahri, Sadrettin vs üç sezon içinde herhalde en aşağı yüzlerce adam öldürmüşlerdir gözlerini kırpmadan. O ölen adamların ailelerini geçtim kendileri için bile bir saniye değil, bir salise olsun üzülen oldu mu? Veya Bahri'yi falan suçlayan. Tabii ki olmadı.. Neden? Çünkü seyirci bildiği karakteri içselleştirir. Mesela Sefer'in yetimhaneye ilk kez gittiğinde çocukluğunu hatırladığı diyalogsuz sekans vardı 5 dakikalık. Birkaç saat kendime gelememiştim üzüntüden, hala da ara ara izler melankoliye bağlarım. İşte Poyraz Karayel ve babasının ilişkisi de bu şekildeydi. Poyraz'ın sürekli özlediği, ağladığı babası İsmail Karayel olan Adil Topal'dı. Öz Hakiki Adil Topal benim diye ortaya çıkan adam değil. O adam Poyraz'a yabancı olduğu gibi bize de yabancıydı..

Sözün özü; Poyraz hep "tutunma" ihtimalini umutla bekleyen bir "tutunamayandı." Ama İsmail Karayel'i öldürmek onun o ihtimalini elinden aldı. Haliyle Poyraz o günden sonra bir tutunamayan bile olamadı..

Not: Hani diyorum; adamı hem milletvekili hem uyuşturucu kaçakçısı hem katil hem hem hem.. Kısacası şerefsizin en önde bayrak sallayanı olarak gösterdik. Haliyle de olmadı bu iş, sıkıntı çıktı. Ama işte bilmiyorum. Ne desem ne söylesem yalan..

Poyraz ve Ayşegül'ün şahane ilişkisine yakından bakmakta da fayda var..

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER