Seviyor Sevmiyor: Senin hatanı affetmesi de güzel Tuna

"Utanmadınız mı?" diye yükselen amca gibi hissediyorum kendimi Tuna'yı böyle gördükçe...
Niye kimse Tuna’yı anlamıyordu, o mu anlatamamıştı? 

Hayır, biz anlamıştık. O anlatmadan da anlayanlarımız olmuştu.

Sağlık eğitimi gören kişi nasıl ki ilk kez gerçek bir vaka ile karşılaştığında afallar ancak yapması gerekenleri öğrendikten sonra neredeyse gözü kapalı ona nasıl yaklaşması gerektiğini bilir ya, öyle...

Bir ömür çok uzun bir zaman dilimiydi... Herhangi bir düşünceye inandırılmak için çok uzundu. Tuna herkesi görüyordu da bir kendi yarasına kördü. Çünkü bir ömür yarasını görmüş ve onun aslında izi bile kalmadan silinmesi gerektiğini unutmuştu. Unutturmuşlardı, yarası yokmuş gibi hırpaladıklarında sesini çıkartmadıkça hak vermişti herkese. 
Halbuki yarası kabuk bile tutamamıştı...

Kırgınlığımın geçmesi zaman aldı biraz ama en sonunda affettim. Dalgalı bir denizin kıyısındaki kumsalda, sözlerinin söylendiği şarkıdaki gibi “Gel unuttum, gel...” Diyebildim. 

Kirazcı’nın geçtiğimiz hafta Twitter’dan soruları yanıtladığı sırada hatırladığım bir gerçek sayesinde... Tekrara düşüyor Tuna, demişti. Acısını yaşadığı şeyden akıllanmıyordu, çocuksu bir heyecanla tekrar atlıyordu. Dizleri mi kanamış, ayasının derisi mi soyulmuş düşünmüyor Tuna. 

Keşke yapmasa...


"Beni hayatımın çok garip bir zamanında tanıdın." Anlatıcı / Fight Club*

Tuna için yıldızların kuyruğuna, karahindibaların uçuşan pürçeklerine astığım bir başka dilek bir dostu olması. Onu, gözlerinden duyacak ve sözlerinden görecek biri olsa... Gölge'yi kenara çekmişim gibi algılanmasın, Gölge hep var da, biri daha olsa... Ama Fight Club yansıması ile İstanbul manzarasına karşı elini tutan İrem gibi değil.

Ne kadar görmezden gelinse de İrem çok kötü biri çünkü. Müsebbibi olduğu yaraları başkasının hatasına yıktığı için, onca sene “zuzu”su olan canından bildiğinin canını kendi acısı kadar yakmak istediği için kötü. Çok kötü. Evet, onun da eksiği var. Annesinin yokluğunu Deniz ile kapatıp anne-kız ilişkisi gibi bir arkadaşlık kurarak işleri çarpıtmış ancak yaptığı hataları görmezden gelemiyorum.

Deniz’in hatalarını da... Küçükken dış görünüşü yüzünden türlü zorluklar çekmiş çocukluk arkadaşının onu bakımsız olduğu için beğenmeyeceğini düşünerek yalan söylemesi de, ona karşı hala hisleri varken yokmuş gibi davranmaya çalışması da, yalanları dallanıp budaklandırması da hepsi ama hepsi kocaman hatalar. 

İrem’le olan -sözde- arkadaşlıkları midemi bulandırıyor gerçekten. Katlanamıyorum. Dizinin orijinalini izlemedim ama izleyen arkadaşım oradaki versiyonda inanılmaz güzel olduklarını ve hayranlıkla onları izlediğini söylemişti. Niye yerlileştirirken bu kadar is bulaştırdık karakterlere? Niye dünyalar tatlısı iki arkadaşı birbirlerinin canlarını yakmak, laf sokmak için masanın iki karşı köşesine oturttuk? Bu karakterler diğerlerinin hayatlarını da kendi islerine bulaştırdı ya da? 

İntikam peşinde koşmak herkese kötü gelir, keşke yapmasalar...


Herkes kendi penceresinde bir çiçek belki? Ne belli?

Pencerenin önünde, ayakkabılarını çıkartıp tüm hisleriyle taşıyamadığı başını cama yaslayıp kırıklarıyla şehri izleyen Tuna’nın acısı bile intikam kıvılcımlarını harlamıyorsa kimseninki harlanmasın. 

Bizim hikayemiz intikam değil, bizim hikayemiz çok güzel. Bulutları seven bir Deniz, Gölgesinde akan bir Tuna, hastalığına rağmen ilk aşkını görmek için evine geri dönen ve dertlerle savaşan Yiğit, başarılı bir kadın olan İrem’in yollarının kesişeceği başka bir dört yol bulunmaz mı?

Tüm üzüntüleri sineye çekebiliriz belki de bu çamura batmayalım... Olmaz mı?

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER