Seviyor Sevmiyor: Senin hatanı affetmesi de güzel Tuna

Seviyor Sevmiyor: Senin hatanı affetmesi de güzel Tuna
Haftalardır tek kelime edemedim Tuna için. İlk başta kızdığım sonra da kırıldığım için yazamadım. Ben kızdım ya da kırıldım diye Tuna’yı suçluyorum sanılmasın, zaman geçince anladım, hata onda değilmiş. Yani hatası varmış da o hata çok güzel affedilirmiş. Tuna beni yine bildiğim yaralarla karşılaştırdığından kaçışmış kelimelerim.

Son bölümde çok sevdiğim bir aktörden alıntı yaparak kendini sokak köpeğine benzettiğinde anladım hatamı. Tuna bir sokak köpeğiydi ama sandığı gibi sokaktaki arabaları kovalayıp onlara yetişince ne yapacağını bilememesinden değil, bir evi olmadığı için öyleydi. Yani evi vardı da ev gibi değildi işte. İçinde yemek buharları yoktu, uykusunun en tatlı yerinde gözlerini elektrik süpürgesinin sesiyle açmıyordu. Ya da burnunda onu tam eden bir koku, kırıklarının arasında ışıl ışıl parlayan bir altın varaklı bir su birikintisi yoktu.

Kafamın içinde bir kurtla yaşadığımı düşünüyorum. Solucan gibi olan şeyden değil, dört ayaklı ve beyaz tüyleri olanından bahsediyorum. Hayır hayır, henüz delirmedim. Bu sadece bir metafor...
Geçtiğimiz kış kaçmıştı kurt, yaz sonu gibi geri döndüğünde ise ne o gittiği zamanki gibiydi, ne de bıraktığı yer... Birbirimize alışamadık çünkü o evcilliğini kaybetmişti, gittiği yer de böyle değildi; tehdit altında hissediyordu ve saldırıyordu. Tuna da gittiği o toplulukta kendinden beklemediği şeyler yapıyordu çünkü tanımadığı bir yerdeydi ve kendini tehdit altında hissediyordu ki yalan da değildi bu hisleri. 


Uzaklara öyle yorgun bakma, derdin içinde yer eder.

Bir kere yanında duran kadından dolayı tehdit altındaydı, kendi yapmadığı bir seçimden dolayı onu hiç tanımayan biri tarafından da yargılanıyordu. Gerçeği göremeyen, aynadan yansıyanla idare eden bakışların gürültüleri arasında kalmıştı. Zorunda bırakılmıştı... Yaz sıcağında kaldırımda erimiş sakız hissi yapışıyordu ekranda o kadını her göründüğünde yakama, ben burada öyle hissediyorduysam Tuna’yı düşünemiyordum bile. Umarım ebediyete kadar kurtulmuşuzdur bu histen ve o kadından.

Başa dönecek olursam kızgınlığım; Deniz’i kendinden uzaklaştırmasına değil bu zamana kadar içinde patlayan ilk camda susmasına, o cam tozlarının keskinliğinde kendini daha büyük nefesler almak zorunda bırakmasına, bütün yüklerin altına Atlas fevriliğinde ve cesaretinde girmesine. Ama sonra anladım. Kızmamalıydım. Sonra kırıldım; kendine bu sevgiyi değer görmesine kırıldım.

Çünkü bizim bildiğimiz, gördüğümüz ve duymak istediğimizde özü ile tanıştığımız Tuna çok güzel büyütmüştü kendini. Kimse onu dizlerinde sallamamıştı o gidip kendine bir hamak bulmuştu. Kimse evini onun evi yapmamıştı, o da çadır kurmuştu. Tuna açıkta kalacağını bile bile kendini sarmış, zırhını zincirlerin paslarına ve eline takılıp etlerinden çalmasına rağmen kendi örmüştü.


Yazı devam ediyor...

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER