Unutulmaz Babalar

Uçmak dışında her şeyi yapan Süper bir Baba: Fikret
Nisan Turgul

Fiko’yla tanıştığım zamanlarda ortaokula gidiyordum. Büyümeye çalışıyordum.

Siz kız çocukların babalarına ne kadar düşkün olduklarını bilir misiniz? Bir başka olur onların sevgisi. Benim yaşımda büyüyen her kız çocuk için Fiko da bir başkaydı, her kızın kendi babası gibi “süper” bir babaydı.

Çengelköy’lü Fikret Aksu’nun üç çocuğu vardı: Zeynep, Alim ve Mine. Sonra o aile büyüdü, kocaman oldu. Çocukların anneleri Şule ile babaları Fikret ayrıydı. Fiko’ya göre Şule deli bir kadındı. Gerçekten deli olmasa da Fikret öyle derdi.
Çocukları, annelerine bir gün bile gitse burnunun direği sızlardı; başlardı küçücük evinde çocuklarının odasında dolaşıp yastıklarını koklamaya, “sizin anneniz de babanız da benim” derdi. Her seferinde geri dönmeyecekler diye endişelenirdi. Fiko böyle bir babaydı, çocuklarının babası...

Hayal gücü geniş adamdı Fikret. Ailesi evsiz kalmasın, depremde bile yıkılmayacak eskilikteki evlerinden atılmasın diye yatır hikayesi uydurdu, evlerinin arka bahçesinde bir Ethem Dede yarattı. Yeri geldi o Ethem Dede'ye o bile inandı, zorda kalınca gidip dua etti.

İyi adamdı Fikret. Çocuklarına hem anne hem baba olmasının yanı sıra alkole düşkün hayırsız abisi Cevdet’e, Sürmene’den tutup getirdiği çapkın, İstiklal gazisi Yakup dedesine, yıllar önce arkasına bile bakmadan teknesiyle açılan ve çok uzun zaman geri gelmeyen kendi öz babası Yusuf’a da sahip çıktı.

Tüm babaların babası oldu Fikret, bir Don Carleone değildi belki ama o da kendi küçük dünyasında haşmetli bir adamdı. Bir keresinde Fikret’in abisi Cevdet pazarcılık yaptığı zamanlarda pazar mafyası, Cevdet’ten haraç kesmeye kalktı. Cevdet Abi pek tabii ki rüşvet vermeyi red etti ve mafya babası Arap Kadri’nin karşısına Çengelköy’lü Süper Baba çıkıp hesap sordu.
Fikret üniversite okumamıştı, öyle büyük idealleri yoktu. Tek derdi kendi çocukları okusun, büyük adam olsundu. Zeynep müzisyen olmak istiyordu, konservatuara gidecek ve müzik okuyacaktı. Fikret çok uzun süre karşı çıktı bu sevdaya, o’na göre müzisyenden adam olmazdı, fakat Zeynep inatçı bir kızdı ve ne yapıp edip evden kaçıp müzik okuluna gitti. Babası çok uzun zaman affetmedi Zeynep’i, kızının okul taksitlerini ödeyemediğini öğrenene kadar; işte orada Süper Baba imdadına yetişti ve öğrenci servisi olarak şöförlük yaptığı minibüsünü satıp kızını konservatuarda okuttu.

Aşk adamıydı Fikret. Çocukluğumuzun ilk ayrılık tramvasıydı İpek’in Fiko’yu terk etmesi, Fiko’nun bir ağacın arkasına saklanıp giden taksinin ardından ağlayarak bakması. İçli insandı Fiko. Ağlardı. 'Erkekler ağlamaz, ben de ağlamam.' demezdi hiç, yeri gelirdi hıçkıra hıçkıra ağlardı. Bir baba nasıl ağlatılırdı? Bizim babamız hiç ağlamazdı ki o ağlasın. Bir şey oldu, herkesin gözüne toz kaçtı ve tüm çocuklar ağladı. Ah İpek! Bu hiç Fiko’ya yapılır mıydı?

Fiko bu ayrılığı çok zor atlattı, hatta bir gün tam gidecekken, veda mektubunu çocuklarına yazmış, elinde İpek’in hatırasıyla, çocuklarını bile yalnız bırakmayı göze almışken, kurtarıldı. Bizim kalbimizi bir tek orada kırdı Fikret; Süper Babalar, giden kadınlar için çocuklarını yalnız bırakmamalıydı.

Fikret’in kadınları güzeldi, hepsi birbirinden güzeldi. Deniz vardı, bakınca insanın aklını başından alan. Alim’in Fransızca hocasıydı. O’na aşk olmamak mümkün değildi. Bu kadar güzel bakılır mıydı? O gözler için hapse bile girilirdi. Fikret, Deniz için hapse girdi.

Fikret hapse girince bütün mahalleli öksüz kaldı, yalnız kaldı. Kış erken geldi o sene İstanbul’a, Sermet’e göre “...zaten ayva’nın bol olmasından” belliydi. Deniz “sen yıkılırsan biz de yıkılırız” dedi Fikret’e. Çocuklar ise çalıştılar, odun alıp beraber taşıdılar, hatta tüm odunları Alim kırdı. Adam oldular yani. Fikret onları o kadar güzel yetiştirmişti ki gururla, dimdik, umutla babalarını beklediler. 'Kal sağlıcakla' diye bitirdiler hapishane mektuplarını. Sağ kalsın, sağlıklı kalsın yeterdi...

Sonra Deniz de gitti. Çabucak, arkasına bakmadan. Biraz da yalanlarıyla gitti. Fikret mahallesinde, Çengelköy’de yine bir başına kaldı.

Çok uzun sürmedi yalnızlığı Süper Baba’nın. Hapisane arkadaşı Celal’in kardeşi Elif’le tanıştı. Sadede gelirsek Fikret’e göre değildi Elif. Uçarıydı mesela, heyecanlıydı. Telaşlıydı. Vahşiydi, asiydi, değişikti... Fikret’in deyimiyle deli deli giyinirdi. Nerede nasıl konuşacağını bilmezdi. Bir de küçüktü Fikret’ten. Neredeyse Zeynep yaşındaydı.

Aşık oldular birbirlerine. Biraz uzun sürdü Fikret’in bunu kabullenmesi. Aşk bu, ne yaş dinler ne de delilik.. Fikret korktu, kaçtı. Elif bir gün dayanamadı ve “ben gidiyorum” dedi Fikret’e “eğer sen istersen, bana kal dersen, gitme dersen kalırım. Gitmem. Seni seviyorum.” dedi. Ama Fiko kal diyemedi.

Anlayamadı Elif gibi genç bir kızın 40’ını devirmiş Çengelköy’lü Fiko’da ne bulduğunu. Elif isyan etti. “Seni sevdim çünkü sen o çocukların babası, Nihat’ın arkadaşı, Yakup dede’nin torunu olduğun için sevdim” dedi. “Seni sen olduğun için, seni sevdim” dedi. Yani biz neden sevdiysek Fikret’i, Elif de onun için sevdi...

Fikret “gitme” diyemedi, “elalem ne der” diye düşündü ve Elif’in gitmesine izin verdi. Fikret kendine çok kızdı. “Neden bu kadar korkağım Nihat?” diye sordu, "ben benim işte, her şey neden böyle Nihat?" 7 yaşında gelip 40 yıldır yaşadığı mahallesine ilk defa isyan etti. Kendisine kızdı, yaşadığı hayata kızdı, ailesine, arkadaşlarına ve çok sevdiği mahallesine ilk defa arkasında döndü.

Sonra... sonra tam Elif gidecekken Süper Baba’nın çocukları “Git, getir o kızı. Elif’i de kaybedersen bir daha toparlanamazsın.” dediler. Sen bize zamanında “Aşk bu işte, birisi için acı çekiyorsan aşk utanılacak bir şey değildir.” demiştin. “Elif’ten utanma...getir bizim hayatımıza.”

Fikret böyle bir adamdı işte. Çok kudretli, eli silah tutan bir baba değildi. Ufak tefek bir kahramandı. Ama benim kahramanımdı...

Bize masallar anlatan, anlatırken ellerimizden tutan, uykuya dalıp gitsem bile beni asla bırakmayacak olan bir babaydı... Karşılıklı rakı içip sarhoş olup aşkı için ağlayan, çocuğu gönül yarası çekerken “geçecek kızım” diyen, bir gün koşarken elimde cam şişeyle yere düşersem beyaz gömleği kan revan içinde beni hastaneye taşıyacağını bildiğim bir babanın hikayesiydi.

Bana kurtla kuzuların, şekerle balın, denizle balıkların, yağmurla karın, güneşle ayın ve en önemlisi içinde İstanbul’un olduğu bir masal anlattı o baba. O anlattı ben dinledim, dinlerken büyüdüm, büyürken hiç unutmadım. Hala zaman zaman hatırlar, oturur dinlerken ağlarım...


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER