Sıla: Çok mu çok nostaljik?

Sıla: Çok mu çok nostaljik?
Töreye karşı gelen aşk
Mezapotamya'nın bereketli toprakları... Hiçbir penceresi birbirine bakmayan, yüksek avlulu evleri, daracık sokakları olan topraklarda kanun tanımaz töreler ve töreye karşı gelen bir aşk... Kalbinde hep hasret taşımak zorunda kalan bir kızla, töreleri ve kalbi arasında kalan Boran'ın tutku dolu aşk hikayesi! Nostalji yapmaya hazır mısınız? Başlıyorum! Yıl 2006, aylardan Eylül... 

Bir "Nasıl tanıştınız?" hikayesine benzetirseniz yazımı, şaşırmayın. Çünkü tam da öyle bir şeyler anlatacağım. 13 yaşında bir kız çocuğuydum. Televizyonda, Sıla'nın denk geldiğim ilk fragmanını hatırlıyorum. Suratımı ekşitmiş ve "Ağa dizilerinden nefret ediyorum" demiştim. Çocukluğumdan beri hep dizi izlemeyi sevdim, üstelik evde ne izlenirse değil, istediğim diziyi de çoğu zaman ben seçtim. İnternetin henüz bizim eve uğramadığı o dönemlerde, iki televizyon sahibi olmanın avantajıydı sanırım bu.  Bugün "efsaneler" kategorisinde değerlendirdiğimiz hemen her diziyi hatırlıyorum. Hatta ilkokulda öğretmenimizle, "Aliye" tartıştığımızı da hatırlıyorum. Yani 13 yaşında bir kız çocuğunun, "Ağa dizilerinden nefret ediyorum" söylemine gülüp geçmeyin. Bu konuda epey bir tecrübeliydim. 

"En büyük aşklar nefretle başlarmış" klişesini bilirsiniz. Doğru mudur tecrübe etmedim ama bu hayatta neye ya da kime karşı ön yargıyla "sevmem" dediysem, kendimi onu çok severken buldum. Aynı şey Sıla için de geçerli oldu yani. Bugüne kadar çok sayıda dizi izledim, bunların çoğunluğu da elbette Türk dizileridir. Fakat kendi kişisel tarihimde yeri ayrı olan tek dizi Sıla'dır. Eğer bana nedenini soracak olursanız, inanın ben de bilmiyorum. Bir töre dizisini alıp, diğerlerinden ayıracak ve bu kadar bağlanacak ne yaşadığımı bilmiyorum. Ama ailem ve yakın arkadaşlarım çok iyi bilirler; hiçbir şey Sıla'nın yerini dolduramadı, en azından benim için. 

Genelde benim sevdiğim diziler ve filmler, "Herkes izlemeli" cinsinden değildir. Muhakkak ki bana özel bir çağrışımı vardır, işte bugün hâlâ o çağrışımın ne olduğunu bilmesem de Sıla da benim için öyleydi. Biteli sekiz sene kadar oldu ama benim için hâlâ bitmedi. Mesela zaman zaman açıp tekrar bazı sahnelerini izlerim ve her seferinde mutlu olurum, bu hiç değişmez. Özetle; bu yazının yeri bende ayrıdır, hatta belki de en keyif alarak kaleme aldığım yazılardan biri olacaktır. 


Buralarda hasretim çürümez, başa gelince figanım duyulmaz.

Başrollerini Cansu Dere ve Mehmet Akif Alakurt'un paylaştığı Sıla Dizisi'nin kadrosunda, Zeynep Eronat, Menderes Samancılar, Celil Nalçakan, Tayanç Ayaydın, Gökçe Yanardağ, Devrim Saltoğlu, Sermiyan Midyat, Fatoş Tez, Cemal Toktaş gibi güçlü isimler vardır. Yönetmenliğini Gül Oğuz'un yaptığı, Most Prodüksiyon'un en başarılı dizilerinden biridir. Müzikleri ise Sıla Gençoğlu ve Sezen Aksu'ya aittir. Mardin ile İstanbul arasında geçen dizinin mekanlarında, buram buram tarih kokmaktadır. Özellikle Midyat'ta, yüksek avlulu taş evler kullanılmış ve Mardin'in aşık olunası coğrafyasında bizleri gezintiye çıkarmıştır. 

Muhakkak ki, dizilerin efsanevi "erkek" karakterleri olur, olmalıdır. Bana soracak olursanız, Boran Ağa gibisi geçmedi ekranlardan tabii. Doğulu yüreğine batılı zihniyetine sahip, çok zeki ve az konuşan, derdini de çoğu zaman bakışlarıyla anlatan bir erkekti Boran. Herkesin sözünü dinlediği, karşısında tir tir tirediği, güçlü ve zengin bir aşiret ağası ve iş adamıydı. Şefkatli, vicdanlı, adaletli, çok güzel seven, fedakar, sadık ve çekici bir adamdı. Gururundan kolay ödün veremeyecek olsa da sevdiği kadın için yapamayacağı şey yoktu. 


Boranın önünde baharım geçmez...

Ekranlarda alışık olduğumuzun aksine, yalnızca erkek karakter için methiyeler dizilen bir dizi değildi Sıla. Dizinin adını aldığı, esas kız olan Sıla da fazlasıyla zeki, başarılı, tuttuğunu koparan, hırslı, hakkını yedirmeyen ve sevdikleri uğruna ölümü bile göze alabilecek kadar dişliydi. Üstelik, kendisiyle aynı kaderi paylaşan kadınlara, "Boyun eğmeyin. Bir umut olabilir!" mesajını çok iyi veriyordu. 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER