Anladım sonu yok yalnızlığın, her gün çoğalacak
Her zaman böyle
miydi, bilmiyorum…
Sanki dokunulmazdı çocukken ağlamak…
Alışır her insan alışır zamanla, kırılıp incinmeye
Çünkü olağan yıkılıp yıkılıp, yeniden ayağa kalkmak.
Küçük kendi halindeki dünyasından, ansızın bambaşka bir
hayatın içine düştü Defne. Daha ne olduğunu anlayamadan da aşık oldu. Çok
direndi duygularına ama engel olamadı. İyi niyetle yaptığı birçok şey, kendi
kalesine gol oldu. Oyunun ağırlığı içinde çırpındıkça, daha da boğuldu.
Dışarıdan bakınca çok şaşaalı ve de büyük gibi görünen
Ömer'in dünyası ise, sanıldığının tersine herkese açık değil, kocaman güven
tabelası olan dikenli tellerle örülüydü. Defne'nin samimi ve doğal hallerine
vurulmuş, onun geçmesi için dikenli telleri sökmüş, ama her defasında
darmadağın olmuştu. Yaşanan onca şeyi affetmiş, güvenmek için büyük gayret sarf
etmiş, duygularını ilk açtığı o yerde "Sanki bir adım daha atsam uçurumun
kenarından düşecek gibi hissediyorum." diyen Defne'ye "Ya yalnız
değilsen, ya birlikte düşeceksek." demesi gibi, Defne uçurumdan düştükçe
onunla birlikte sürüklenmişti.
Ta ki geldikleri o noktada yaşadıklarını, içindeki açmaz
nedeniyle açıklayamayan Defne'yi, bir gece yarısı bankta
"Güvenmiyorum." diye tek başına bırakana kadar. Hepimizi şaşkınlığa
uğratan bu durum, ne kadar korksak da bize bildiğimiz bir şeyi tekrar
vurguluyordu aslında. Neyi mi? Kim nereye giderse gitsin, bu hikayede değişmeyen
tek gerçeği: Her ikisi de hem kaçak hem de alabildiğine tutsak...