Bahçe kapısında durup konağı, fıskıyeli havuzu ve
müştemilatı gördüğümde bir sürü sahne, film şeridi gibi gözümün önünden
geçiyor. Evet, yeni bir cümle bulunana
kadar bu tabiri kullanmak çok yerinde. Gerçekle kurgu arasındaki farkı insan
ilk anda idrak edemiyor. Tuhaf bir durum. Yaşayan, nefes alan bir dünyaya dahil
olduğunu sanıyor. Dizi setine değil de, gerçek bir hikayeye konuk oluyormuşum
hissine kapılıyorum.
Konağın kapısından girip de, neredeyse dizinin sembolü
haline gelen, merdiven başında duran o iki kadın heykeline uzun uzun bakmamak
olur mu? Olmaz. Merdivenlere baktığımda Nuran’ın yuvarlandığı sahneyi
düşünüyorum, Mehmet Emir’in Hasret’i ilk kez karşısında gördüğünde basamaklara
yığılışını.
İkinci yönetmenlerden Mehtap Köroğlu ve Reyhan
Pekar’ın mutfakta olduğunu öğreniyorum. Aşağıya iniyorum. Tanışmamış olmamıza
rağmen Mehtap Köroğlu’nu görünce sanki uzun zamandır tanıyormuşum hissine
kapılıyorum. İlk izlenimim kesinlikle sıcak ve pozitif biri olduğu yönünde. Sonrasında
ise işinde çok bilgili ve soğukkanlı olduğunu görüyorum. Reji ekibinin çoğu
mutfakta ve şahane bir kahvaltı hazırlığı içindeler. Şanslı kadınım! Gelir gelmez kendimi
harika bir sofrada, kalabalık bir grupla yemek yerken buluyorum. Reyhan Pekar’in
hazırladığı taze kekikli, şahane domateslerin tadı hâlâ damağımda. Ekip çok
genç ve eğlenceli. Şu ana kadar sadece iki set gördüm ama bu kadar genç insan
gördüğüme nedense hep şaşırıyorum. Ben mi yaşlıyım? Sebep bu mu acaba?
Yemek yediğimiz mutfağın Atahanlar’ın mutfağı olduğunu söylememe sanırım gerek yok. Hülya’nın Efsun’a tabaklar fırlattığı, izlerken
benim bile korktuğum sahneler geliyor gözümün önüne. Zaten nereye baksam bir
sahne hatırlıyorum.