Nesrin Cavadzade: Oyuncunun saçmalama hakkı elinden alınmamalı

● Peki, bu ajans değiştirme dışında başka ne gibi kararlar aldınız?
Çok iyi ana akım işler denemek istiyorum. İyi bir romantik komedi, polisiye veya komedide oynamak istiyorum. Bu dizi de olabilir. Yeter ki beni cezbetsin. ‘Ağır Roman’ böyle bir işti. Bittiğine en çok üzüldüğüm proje olmuştur. Çünkü canlandırdığım Kara Leyla karakterine âşık olmuştum. O kızı oynamak için ölüyordum. Yapımcımız altı ay boyunca oryantal dersi aldırdı bana. Böyle insanlar da nadir olmakla birlikte bu ülkede var. Böyle bir karakter karşıma çıkarsa neden olmasın? Bayıla bayıla oynarım.
 
Bence ana akım bir işte oynamam festival filmiyle birkaç ödül daha almamdan çok daha heyecan verici. Başkaları buna ‘saçmalamak’ diyecekse evet, saçmalamak istiyorum. Bence oyuncunun saçmalama hakkı elinden alınmamalı. Benim bir oyuncu olarak saçmalamaya ve hata yapmaya her zaman hakkım olmalı. Çünkü ancak böyle öğrenip enstrümanımı farklı şekillerde kullanabilirim. Artık neyi çok iyi yaptığımı biliyorum. Hayatımın sonuna kadar bunun ekmeğini mi yiyeyim? Biraz da bilmediğim sularda yüzeyim diyorum.
 
● Pek çok yabancı yapımın deneme çekimlerine katıldınız. Bu mesleğe yurt dışında devam etme düşünceniz var mı?
Şu ana kadar söylediklerimle çelişecek belki ama ben Türkiye’yi çılgınca seviyorum. İstanbul’u da öyle. Burada doğmadım, büyümedim. 11 yaşında Bakü’den bu ülkeye geldim. Fakat bu ülkenin insanlarını, kültürünü çok seviyorum. Başka yerde yaşayamam. İş çıktıkça yurtdışına gidip çalışırım. Türkiye beni çok güzel büyüttü, sinesinde yatırdı. Burada kendimi daha değerli hissediyorum.

● Sinema ve televizyonda deyim yerindeyse kendinizi fazlasıyla kanıtladınız. Peki, ya tiyatro?
Üç yıl önce İstanbul Tiyatro Festivali’nde sahnelenen ‘Lullaby’ adlı bir oyunda oynadım. Aslıhan Erguvan’ın yazıp yönettiği bir oyun. Aylarca akordeon dersi aldım bu oyun için. Sahnede hem şarkı söyledim hem de akordeon çaldım. Dört ayrı karakteri canlandırdım. Ve kelimenin tam anlamıyla sahne oyunculuğundan nefret ettim. “Oyuncunun er meydanı sahnedir” derler. Şimdi herkesi kızdıracak bir şey söyleyeceğim. Ben oyuncuğun her türünün farklı enstrüman kullanımı gerektirdiğine inanıyorum. Hepsi ayrı ustalıklar gerektiriyor. Bence üretim yaptığın yer neresiyse orası senin er meydanındır. Bu yönden kendimi sahneye ait hissetmiyorum. O deneyimi o kadar sevmedim ki üç oyun sonra hayatımda ilk ve son olarak bir grubu yarı yolda bırakıp ayrıldım. Belki yönetmenimle uyuşmadım. Çünkü yönetmen ile oyuncu arasındaki o aşkvari ilişkiye inanıyorum.
 
● Peki, bütün işlerinizi düşündüğünüzde en aşkvari ilişki kurduğunuz yönetmen kimdi?
Kutluğ Ataman ki kendisiyle konuşmuyoruz, küsüz (gülüyor). Son röportajımda onun hakkında konuşmayacağım, detoks yapıyorum demiştim. Kutluğ ile birlikte televizyonda çalıştığım bir yönetmeni söyleyebilirim, Faruk Teber.
 
● Kutluğ Ataman, ‘Kuzu’da size nasıl bir vizyon kattı?
Kutluğ inanılmaz bir yönetmen. Beni bambaşka bir oyuncu yaptı. 45 gün boyunca, 2000 metre yükseklikte, eksi 20 derecede, birbirimize “günaydın” dışında hiçbir şey demeden ve bütün filmi neredeyse tek tekrarda çekerek bitirdik ki çocuk oyuncularla da çalıştığımız için bu bir hayaldi. Setteyken Kutluğ ile aramda bir kere enteresan bir konuşma geçti. Ben bir sahneyle ilgili çok mutsuzdum, hiç yapamıyorum gibi geliyordu. Ve tekrar çekelim diye yalvardım. Kutluğ bu isteğim karşısında şunu dedi: “Nesrin, senin oyunculukla ilgili fikirlerin çok problemli, kendinden beklentilerin çok yüksek. Fakat unutma ki doğru oyunculuk diye bir şey yoktur. Sen bin kere farklı şekilde oynarsın ve bini de doğrudur.”

Mesela ilk defa ‘Kuzu’ ile bir filmde neredeyse sadece repliklerimi söylüyorum. Hiçbir şey yapmadım ve ödüle boğuldum. Bana “oynarken hiçbir şey hissetmek zorunda değilsin” vizyonunu kattı. Sadece eylemini gerçekleştirmelisin. Çok steril ve sade bir deneyimdi. Fakat televizyonda böyle bir şansa sahip olamazsınız. Orası resmen ‘gözyaşı pornografisi’ istiyor. Televizyon duygu üzerine kurulu.
 
● Röportajlarda zaten artık dizi oyuncularına “kendiniz mi ağlıyorsunuz” sorusu soruluyor.
Bu, oyunculuğa dair bir şey mi? ‘Legends’da sormadan gelip bana gözyaşı makyajı yaptılar. Adamlar oyuncu neden ağlasın diye bakıyorlar. Kendisi ağladığında bu neden onu iyi oyuncu yapıyor. Bu kriteri ve duyguya girme olayını anlayamıyorum.
 
● Çalışmayı çok merak ettiğiniz yönetmenler kimler?
Fatih Akın. Çünkü çok çatlak ve ben de kendim gibi çatlakları seviyorum. O da kendini şaşırtmayı seviyor. Dünyada ise Pedro Almodovar. Çünkü onun renkli  dünyasını çok seviyorum. Şu an haber beklediğim projenin yönetmeniyle de çalışmayı çok istiyorum. Kendisi bu iş için bugüne kadar altı ülkeden 400 oyuncunun deneme çekimini izlemiş. Ve bunun sonucunda “Ben bir aktörle tanışmak istemiyorum, ben bir şahsiyetle tanışmak istiyorum.’’ demiş. Ben de böyle bakan bir yönetmenle çalışmak istiyorum. Onun sayesinde dünyanın en tuhaf deneme çekimine katıldım. Yazılı hiçbir şey yoktu. Altı farklı durumu oynamamı istediler. Toplamda 50 dakika sürdü. Kendimi dokuz yıllık bir terapiden çıkmışım gibi hissettim. Ve bu kesinlikle hayatımda verdiğim en iyi deneme çekimiydi. En anda olduğum ve başka hiçbir şeyin var olmadığı bir deneyimdi benim için. Çıktığımda ayaklarım yere basmıyordu. Kiminle konuştuysam hepsi aynısını hissetmiş. Bir şekilde bu yönetmen oyuncunun ruhuna nüfuz etmenin bir formülünü bulmuş. Ben de işte böyle bir ruh, bakış açısı, enerji, frekans arıyorum yönetmende.
 
● Son bir yılda kültür sanat alanında en çok nelerden beslendiniz?
Film olarak Amy Winehouse’un hayatının anlatıldığı ‘Amy’ belgeselini söyleyebilirim. Deyim yerindeyse beni mahvetti. Yetenek ve onu yönetmek konusunda çok hassasım. Çünkü hepimiz bu yeteneklerle ödüllendirildik. Kimimiz bununla başa çıkabilirken bazılarına çok ağır geliyor. Amy Winehouse’un müziğini çok severek dinliyorum, bana göre inanılmaz bir sanatçı. Fakat hep biraz PR stratejisinin ürünü olduğunu düşünmüştüm. Ancak filmde gördüm ki doğuştan öyleymiş. Saçlar hep aynı, eyeliner’ını aynı şekilde sürüyor. Bunu görünce karşınızda bir ruh olduğunu görüyorsunuz. Bana göre çok etkileyici bir yapımdı.

Müziğe gelince belli bir grup veya tür yerine bir müzik olayından bahsetmek istiyorum. Bir ay önce Prag’da Madonna konserine gittim. Ve yeniden büyülendim. Baktığınızda dünyada Madonna’dan daha güçlü sese sahip ve ondan daha yetenekli tonlarca kadın müzisyen var. Madonna ne zaman eline gitar alıp solo bir şey söylese vasatın altında bir performans sergiliyor. O gün konserinde 2.5 saat boyunca binlerce kişiyi bekletti ve yuhalandı. Fakat sonra sahnede göründüğü an o yuhalayan kalabalık birden büyülenmişti ve çığlıklar atarak onu karşıladı. 58 yaşında ve 35 yıldır zirvede. İlk günden beri sattığı mesajlar aynı. Peki, nasıl oluyor da 35 yıldır biz bunu alıyoruz? Bana çok büyük ders oldu bu konser. Kendime neyi çok iyi yapıp neyi iyi yapamadığını çok iyi bilmem gerektiğini söyleyip durdum. Madonna, aslında Madonna olmaktan başka hiçbir şey denemedi. İsyanını bunun üzerine kurdu ve hep buna oynadı. Bence bütün gücünü de buradan alıyor.

Kitap olarak son bir yıl değil de, daha uzun bir zaman önce okuduğum bir kitabı söylemek istiyorum: Clarissa P. Estes’in ‘Kurtlarla Koşan Kadınlar’ı. Benim için başucu kitabından çok bir manifesto gibi. Sürekli dönüp pasajlarını tekrar okuyorum. Bence hayatta söz söylemek isteyen bütün kadınların manifestosu. Çok değerli bir kitap.

Tiyatro değil de şov olarak ama yakın zamanda BKM’de izlediğim ‘Ata Demirer Gazinosu’ mükemmeldi. Operadan arabeske kadar her türden şarkı söylüyor. Uzun zamandır hiç bu kadar kendimi kaybedercesine gülüp eğlenmemiştim. Güzel bir sesinin olduğunu hepimiz biliyoruz ama opera bile söyledi. Ve mükemmeldi. Bir de sadece Türkçe değil, İtalyanca’dan Rumca’ya, İspanyolca’ya kadar neredeyse her dilde şarkı söylüyor.
 
BONUS:
Nilperi Şahinkaya’nın sorusu:
Oynarken kendini kaybettiğin, seni en derinden etkileyen sahne hangisi?
Açıkçası şu an haber beklediğim ve maalesef sizinle adını paylaşamadığım yabancı yönetmenin deneme çekimi. Bir karakteri canlandırmadım. Farklı ruh durumlarını ortaya koydum. Bu sırada bendim aslında ama bir yandan da kendimi kaybetmiştim. O kadar güçlü ödevler vermişti ki benlik sınırları yok oldu. Nerede başlayıp nerede bitirdiğimi bilemeyecek noktaya gelmiştim.
 
 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER