Geç hiçten iyidir
Şerefine sevgilim...
Atalarımızın veciz bir sözü vardır; zararın neresinden dönülse kârdır derler. Bu kimi zaman kulağa boş bir avuntu gibi gelse de, eğer “kâr”dan tek anladığımız elimizde fazladan bir değer bulunması değilse, son derece haklı bir önermedir. Kaybın küçüklüğü bile bazen tercih edilesi bir durum olabilir. İnsan açgözlü değilse; “hiç” yerine elindeki birazla yetinmeyi, birin sıfırdan her zaman büyük olduğunu bilir.

Garip, Esma’ya “Geç hiçten iyidir.” deyince geldi bunlar aklıma. Geçmişteki hallerinin güzelliğini, Garip’in ince ve derin sevdasını izledikçe ben de Esma gibi hayıflandım, keşke her şey daha farklı olsaymış, keşke Garip’in aşkı o zamanlar hak ettiği sonuca varabilseymiş diye düşündüm. Sonra Garip, adeta bana cevap verir gibi Esma’ya “Geç hiçten iyidir.” deyince susturdum içimdeki sesi. Çünkü basit bir teselli cümlesi değil bu. Kaybolup giden ve geri gelmesi mümkün olmayan 40 yıla, yaşanamayanlara hayıflanmak yerine, yaşanabileceklere sevinmek her zaman daha iyidir. Nasıl güzel, dingin ve de ılık bir sahneydi o çay bahçesi sahnesi. İçim ısındı izleyince.

Geçen sezon Süreyya deplasmanda sayılırdı. Bursa’da “İstanbullu gelin” olarak hayatını sürdürmeye çalışıyordu. Bu sezon onun memleketine döndüğümüze göre, diziye “Bursalı kayınvalide” adını koyabiliriz. Şaka bir yana, bu bölüm en çok Esma’ya üzüldüm diyebilirim. O yaşta bir insanın; alıştığı düzenden, sosyal statüden, hayat tarzından ve yaşadığı şehirden kopması, bambaşka bir ortama uyum sağlamaya çalışması son derece zor bir durum. Kökleri başka topraklarda kalmış bir ağacı ayakta tutmaya çalışıyor kadın. Her ne kadar Esma’nın geçmişten gelen bu İstanbul nefretinin sebebini hiçbir zaman anlayamasam da “bu şehir” Esma’yı gerçekte yoracak. Şehrin gürültüsü, kirlilik, Ülfet’in oyunları, ailenin durumu derken, kadın sabah yataktan bile çıkamadı yahu. Süreyya ve Yaz’dan önce Esma Hanım, terapiste giderse şaşırmayacağım. Gerçi bir seans için kalkıp Bursa’ya gitmeye değer mi diyeceğim ama Boranlar nasıl olsa hâlâ Bursa’yı kapı komşusu gibi görüp, kendi kişisel dünyalarında ekonomik kriz yokmuş gibi devamlı gidip geldikleri için bu da sorun olmaz diye düşünüyorum. Tabii bence tasarruf tedbirleri kapsamında bu Taksim’e gider gibi Bursa’ya gidişlerine bir son verilmeli, o ayrı.


Bu gözlüklü, Koriş'in kayıp ikizi olabilir mi? Dünyaları yedi, dünyaları!

Üzüntü kanallarımda bir tıkanıklık mı vardı bilemiyorum ama Esma dışında kimseye de doğru dürüst içim acımadı nedense bu bölüm. Mesela Faruk’un yeni iş hayatıyla imtihanını ele alalım. Boran standartlarında değerlendirdiğimizde içinde bulunduğu ofis ortamı ve şirketteki pozisyonu bir dram olarak algılanabilir, ortam son derece gerçekçi, Faruk’un o koşullardaki emekleme dönemi de kararında veriliyor. Ama ben dahil izleyen çoğu kişinin çalışma hayatı benzer şekilde. Dolayısıyla bunu bir “dram” olarak algılayamıyorum ben. Ha bu bir dramsa, Faruk’tan önce oturup kendi halime üzülürüm.:) Ayrıca, her ne kadar Süreyya’nın stüdyoya giderken Faruk’a bir mesaj atması gerektiğini düşünsem de, Faruk’un çalışma ortamından kaynaklanan stresini Süreyya’dan çıkartmaya hakkı yok. Faruk’un tepkisinin %70’i Adem yüzünden Süreyya’nın hayatından endişelenmesinden kaynaklanıyorsa, %30’u da Süreyya’nın çalışmasından kaynaklanıyor buna da eminim. Böyle böyle mi terapistlik ediyorsun kadını Faruk?

İpek konusunda da aynı şekilde düşünüyorum. “Alıştığı standartların altında bir hayatı sürdürmeye çalışan bir kadın” konsept olarak, yansıtılış biçimine göre etkilenebileceğim bir durum. Ama İpek’in bu hali öyle saygısızca verildi ki, yaptığına şımarıklıktan başka bir açıklama getiremedim. İpek, “Avrupa Yakası” dizisindeki bir karakter olsaydı, Nişantaşı’ndan alışveriş yapamayışının yol açtığı “acıklı duruma” en azından gülerdik. Ancak, sanki hiç kıyafeti kalmamış gibi kendisini acındıran üstüne de, geçinmek için bütün gün ayakta durup müşterilere hizmet veren çalışanları aşağılayan İpek’e hiçbir şekilde üzülemeyeceğim. Orada bir dram varsa o da; İpek ve onun türevi insanlardan durduk yere laf işiten mağaza çalışanlarının halidir.

İpek, cin olmadan adam çarpmaya çalışmasının faturasını aldı. Tüm aile ortamının içinde rezil olmuş haline zerre acıdıysam ne olayım. “Ah yazık, o da heves etmiş aylar sonra.” diyemiyorum. Merhametim taze bitti. Bütün mal mülk satılırken ailenin kadınlarının gardıroplarına da el konulmadı ya. İpek Hanım da, 2018 sonbahar ve kış modasını takip etmeyiversin. Tabii ona o büyük tepkiyi vermesi gereken kişi de Fikret değil, o da ayrı. Fikret birini “ailenin dibine dinamit yerleştirmekle” suçlayacaksa, bu suçlamayı aynaya bakıp yapması yerinde olur.

Bu arada dram demişken, hiç bahsedilmiyor ama Emir’in de durumu son derece travmatik bence. Annesi daha 7-8 ay önce öldü. Düzeni değişip konağa yerleşmişti, üstüne kardeşi doğdu. Tam bu düzene alışacaktı ki hem o konaktan, hem de Bursa’daki arkadaşlarından kopmak zorunda kaldı. Bunlar ruhunda yaralar açmaz mı? İpek’in küçük Emrah misali alışveriş yapamayışlarından ziyade, bu yaşananları Emir nasıl karşılıyor onu izlemeyi tercih ederim. Neyse canım, geç hiçten iyidir dedik. Belki ilerleyen bölümlerde onu da görürüz.

Yazı devam ediyor.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER