Bölümün Çandarlı ailesi ve geri kalan Osmanlı ahalisiyle
ilgili kısımlarının ise pek tat veremediğini söylemiştim. Çandarlı Halil’in
oğlu Süleyman ve büyük kızı Melike aracılığıyla ailedeki saltanat hırsı ve
gönül ilişkilerine kapı aralanırken, merhum sultan II. Murad’ın gözden düşen
cariyeleriyle de ucundan kıyısından o dönemki harem mevzularına girilmiş ancak
ben her iki noktada da maalesef oldukça kötü bir performans sergilendiğini
düşünüyorum.
Bir kere Çandarlı Süleyman karakteri fazlasıyla karikatür
bir kötü olmuştu. Karakteri canlandıran Erol Afşin üstüne düşeni yapmış ancak
ben bu derece mahalle kabadayısı gibi davranan, kız kardeşlerinden “bacılarım”,
koskoca padişahtan da adıyla “bırak şu Mehmed’i” falan diye bahseden bir
karakteri böyle bir dönem dizisine hiç yakıştıramadım. Elinde tesbihi eksikti
resmen. Yönetimde Osmanlı sülâlesinin yerine kendi ailesini görmek isteyen, bu
nedenle Sultan Mehmed’i de kendince adamdan saymayan bir karakter olmasını
anlıyorum ama giydiği kaftanın yakasını bağrına kadar açıp boynuna da bir
tane altın zincir taksa mafya dizilerindeki kabadayılardan bir farkı olmayacak
bir tipleme bence oldukça iticiydi.
Hazal Filiz Küçükköse’nin canlandırdığı Melike karakteri de ona keza. İlk iki bölümde kendi halinde takılan, Sultan Mehmed’e çocukluğundan
beri gönül verdiğini anladığımız, hatta ilk defa tahttan indirildiğinde
üzüntüsünden ağladığını öğrendiğimiz Melike bu bölümde cesaretini toplayıp,
babasından da habersiz padişahın huzuruna vararak bu ilgisini açık seçik belli
etti. Sultan Mehmed’in ise pek oralı olmadığını, güzelce alttan alarak kızı
gönderdiğini gördük. Buna rağmen ağabeyi Süleyman’dan Mehmed’in yanında bir
hatunla ava çıktığını öğrenen Melike bir anda çıldırdı. “Sen ne diyorsun
ağabey? Ne hatunu, ne cariyesi” diye çıkışmalar, kız kardeşiyle yan odaya geçip
histeri krizi geçirerek “bana bunu nasıl yapar” diye bağırıp çağırmalar,
sinirden saç baş yolacak hale gelmeler falan derken neye uğradığımızı şaşırdık.
Karakterin padişaha aşık olmasını anlarım, bunu güzelce
dile de getirmiş zaten ama Mehmed’den yana bu aşkın bir karşılığı olduğuna, sanki
böyle bir zorunluluğu varmış gibi kendisine bir söz vermiş olduğuna dair ortada
fol yok yumurta yokken bir anda böyle çirkefe bağlayan, atına atlayıp
padişahtan hesap sormaya, ondan hesap sormayacaksa bile maiyetinin arasına
dalıp söz konusu hatunu aramaya giden, nihayetinde bulup odasına dalarak sorgu
sual de eden bir karakteri izlemek hem itici hem de bir o kadar akıl almazdı.
Haddine mi düşmüş?
İkili arasında karşılıklı bir aşk var da bu aşkı rakip
kadından korumak için haklı olarak böyle davranıyor desek hadi neyse de dizi
bize böyle bir hikayeyi henüz vermemişken bu neyin çıldırmasıydı, neyin
kıskançlık kriziydi anlamadım. Çandarlı Halil’in padişahın aslında ava
gitmediğini öğrenebileceği çok daha tutarlı ve ilgi çekici başka bir entrika
düşünülebilirmiş halbuki.
En kötüsü bunlar da değildi. Sultan II. Murad’ın gözden
düşüp saraydan gönderilen cariyeleri Leyla Hatun ve Firuze Hatun’un replikleri akıllara
zarardı. Öncelikle Firuze Hatun, hamile olduğunu öğrendiğimiz Leyla Hatun’a ciddi
ciddi çocuğun padişahtan olup olmadığını sordu. Padişahın gözdesi haremdeki
hadım ağasından hamile kalamayacağına göre, hamilelik olayının altından başka
bir entrika çıkarmayı planlamadılarsa eğer, oldukça anlamsız bir soru oldu.
Daha
sonra aynı Firuze Hatun, çocuğuyla ne yapacağını bilemeyen, belki canını
kurtarmanın bir yolunu bulabileceğini düşünen Leyla Hatun’a “Hangi padişah
tahtına rakip ister ki? Bir tane daha kardeşi olduğunu öğrenince sevinçten göbek
atacak değil ya” şeklinde son derece sakil bir cümle sarfetti. Gözümün önünde
ister istemez padişah kaftanları içinde göbek atan bir Kenan İmirzalıoğlu
figürü canlandı da aman yarabbi! Evlerden ırak…Aynı anlama gelecek, çok daha
usturuplu ifadelerle başka bir replik yazılabilirmiş. Böyle bir yapımda böyle
replikler…Ne desem bilemedim.
İmparator Konstantinos tarafından merhum sultan II. Murad’ın
eşi Mara Hatun’a yapılan evlilik teklifinin Sultan Mehmed tarafından bu kadar
tepkisiz ve alelâde bir şekilde karşılanmasına, gayet normal bir konuymuş gibi
konuşulmaya devam etmesine de şaşırdım. Karakter aslen ve hâlâ Hıristiyan olsa
bile sonuçta Mehmed’in bir nevi anneliğini yapmış bir karakter ve işte o
noktada padişahtan biraz daha maço bir tavır görmeyi, “artık bir Osmanlı kadını
olan Mara Hatun’a nasıl böyle bir teklifte bulunma cüreti gösterir” şeklinde
daha şiddetli bir tepki bekledim. Bunun yerine direk "böyle böyle bir teklif var, sen ne düşünürsün Mara Hatun?" noktasına geçildi. Bu teklifi değerlendirip çıkarlarına kullanma
kararı daha sonra verilebilirmiş sanki. Belki de ben bir şeyler kaçırmışımdır,
bilemiyorum.
Son olarak biraz da teknik konulara göz atarsak görsel
olarak şimdiye kadar yayınlananlar içinde en farklı ve güzel bölümü
izlediğimizi yazmıştım. 2. bölümde ufak ufak kendini belli eden Konstantiniyye
setleri bu bölümde olanca çarpıcılığıyla karşımızdaydı. Helesi şimdiye kadar
izlediğimiz benzer yapımlardan farklı bir dünyayı işte bu bölümdeki
Konstantiniyye sahnelerinde görebildik. Belli ki iyi harcama yapılmış ve
oldukça da emek verilmiş bu setlere. Geniş geniş meydanlar, büyük büyük
sütunlar, CGI olarak eklenmiş heykeller, şehrin büyüsünü daha da iyi gösteren beyaz
ışıklandırmalar falan derken gayet güzel kareler izledik bu sahneler boyunca.
Böylece Bizans İmparatorluğu bir Türk dizisinde ilk defa bu boyutlarda
resmedilmiş oldu.
Ayrıca kullanılan figüranların bolluğu ve çeşit çeşit kıyafetleri de güzeldi. Keşke figüranlar performans anlamında da daha iyi kullanılabilse, keşiş Gennadios'u suikasttan kurtarma ya da kiliselerin birleşmesine tepki göstermek için İmparator Konstantinos'un karşısına çıkma sahnelerinde daha çarpıcı sonuçlar alınabilseymiş. Özellikle ikincisinde figüranların hiçbir tepki vermeden dikilip dikilip gitmeleri çok zayıf olmuştu.
Bukoleon Sarayı’nın da tasarımlarıyla, aksesuarlarıyla,
ışıklandırmasıyla, karakterlerinin kostümleriyle halihazırda oldukça güzel sunulduğunu
düşünüyorum. Konstantiniyye sahnelerindeki görsel başarı artarak devam eder
umarım. Bu arada diziler arasında paralellikler kurmayı sevenlerdenseniz küçük
bir not : Konstantinos’un kardeşi Demetrius ve aşık olduğu Teodora karakterinin
sarayın balkonunda boğaza bakarak konuştukları sahnede kullanılan boğaz
görüntüsü Muhteşem Yüzyıl Kösem’in 1. sezonunda Safiye Sultan’ı öldürtmek
isteyen Kösem Sultan ve İskender’in Topkapı Sarayı’nın balkonunda boğaza
bakarak konuştukları sahnedeki görselin neredeyse aynısıydı. Aynı manzaraya o
zaman Osmanlı sarayından bakmıştık, bu defa Bizans Sarayı’ndan baktık. Her iki dizinin görsel efektlerini Digiflame şirketi hazırlıyor zaten. Böyle bir
amaç ve niyet vardıysa eğer çok hoş bir gönderme oldu bence.
Aytekin Ataş’ın güzel bestelerinin beynimizi oyarcasına
susmadan çaldığı bir 4. bölüm daha olmaması umuduyla iyi seyirler.