Mehmed Bir Cihan Fatihi: Kara Mehmed
Mehmed Bir Cihan Fatihi’yle üçüncü randevuyu da geride bıraktık. Bir taraftan Sultan Mehmed ve ekibinin Konstantinopolis’i fethedebilmek için iyiden iyiye somut hedefler koyup planlar yapmaya başlamalarını izlerken, bir taraftan da Hıristiyan dünyasındaki ikiliklere ve aralarındaki anlaşmazlıkları aşıp Osmanlı’ya karşı güç birliği yapmak için izledikleri politikalara tanık olduk. Bütün bunlar olurken görsel anlamda yapımın ilk büyük ve olumlu yeniliklerini de gördük.
 
Üçüncü defa jeneriksiz olarak doğrudan olaylara daldık bu hafta da. Kanal D’de yayınlanan bir diğer tarihi dönem draması olan Vatanım Sensin’de de aynı durum yaşandığı için acaba O3 Medya dizilerine jenerik hazırlanmaması gibi bir şirket politikası mı var diye merak ettim açıkçası. Biraz araştırma yapınca böyle bir şey olmadığını, seyircinin büyük beğenisini kazanan jeneriklere sahip başka dizileri olduğunu gördüm. Belki de bu tür dönem dizilerine özel bir tercihtir bilemiyorum ama gözlerim her hafta projenin şatafatına yaraşır bir jenerik arıyor doğrusu.
 
Kişisel bir durum sonuçta ama, jenerik olmadan doğrudan bölümlere geçilince bir odaklanma sorunu yaşıyorum kendi adıma. Ne de olsa jenerikler dizilerin vitrinidir ve böyle iddialı dönem dizilerinin de bence şanındandır. Eksikliği hissediliyor. Bestelerin emanet edildiği Aytekin Ataş’ın bu işi en başarılı şekilde kotaran isimlerden birisi olduğu da düşünülürse umarım ilerleyen haftalarda bu konuda güzel bir şeyler görebiliriz diyerek bölüme geçeyim.
 
Dizi bildiğiniz gibi. Önceki haftalarda yazdıklarıma ek olarak söyleyebileceğim pek de yeni bir şey yok açıkçası. İyileşmeler olduğu gibi şu ana kadar göze batan bazı unsurlar da aynı şekilde göze batmaya devam ediyor ne yazık ki. Bu bölümde hikayenin Konstantiniyye kısımları benim açımdan izlemesi oldukça keyifli ve daha dolu doluyken, Osmanlı cenahında aynı başarının yakalanabildiğini söylemem zor. Çandarlı Halil ve Şehzade Orhan gibi karakterler bu hafta biraz geri çekilirken Çandarlı ailesinin diğer üyelerine ve Bizans’ın iç meselelerine daha fazla alan açılmış ancak Bizans kısmı bazı falsolarına rağmen genelde iyiyken Çandarlıgiller cephesinde abartılı karikatürize etmeler tat kaçırdı ve bazı yerlerde replikler de artık iyiden iyiye inanılamazlık seviyelerine çıktı.
 
Bizans sahneleri iyiydi çünkü işin Osmanlı tarafından beklediğim hikaye temellendirme hamlesi Bizans tarafından geldi. Hatta üçüncü bölümün odağı Sultan Mehmed ve Osmanlı’dan daha çok Doğu Roma İmparatorluğu’ydu desek yanlış olmaz. Onların hikayelerine daldıkça Konstantiniyye topraklarında daha fazla zaman geçirdik ve orada daha fazla zaman geçirdikçe de görsel olarak dizinin şimdiye kadar heybesinde sakladığı yeniliklere ilk defa bol bol tanık olarak ferah bir nefes aldık.
 
Ortodoks imparator Konstantinos’un yeni Osmanlı padişahı Sultan Mehmed’e karşı elini güçlendirebilmek için Katolik kilisesiyle işbirliği yaparak Hıristiyanlık’ın iki büyük mezhebini birleştirme çabalarını izlerken Hıristiyan dünyasının yaşadığı mezhep ayrılıklarını ve ayrışmalarını gördük. O dönemlerde Osmanlı henüz bir imparatorluk kimliği kazanmamış bir devlet olduğu için tarihte gerçekten böyle bir mezhepleri birleştirmeye çalışma olayı yaşanmış mıydı bilmiyorum ama büyük ihtimalle Konstantiniyye’yi fethetme vakti geldiğinde Hıristiyan dünyasında yaşanacak ve yenilgiyle sonuçlanacak olan ayrışmaların temeli dizide böylece atılmış oldu.
 
Eleştirilere nazire yaparcasına İmparator Konstantinos’un ağzından birkaç defa halkının iyiliğini, devletinin selâmetini düşünerek hareket ettiğini söyleyen replikler duymak hoş oldu. Hatta Mehmed’in rüyasına giren akıl hocası Akşemseddin aracılığıyla Konstantinos’un da en nihayetinde doğru bildiğini yapan bir hükümdar olduğu özellikle tekrar edildi. Anlayacağınız Konstantinos biraz daha gerçekçi bir anti-kahramana dönüşmeye başladı. Böyle yapımlarda baş kötü karakter ne kadar iyi olursa dizideki kahramanların çatışması da o kadar lezzetli olacağı için Konstantinos karakterine ağırlık verilmeye başlanması memnuniyet verici. 

Bölümün başlarında Eleni'nin imparatorun sıradan bir keşişe taviz vermeyeceği şeklindeki repliğine rağmen bölümün sonlarında aynı keşişe hem de tebaasının önünde izahat vermesi biraz ironik oldu ama o sırada içinde bulunduğu durum gereği şimdilik bunu görmezden gelelim.
 
Bu bahaneyle Sultan Mehmed’e dönecek olursak dizi işte bu noktada bahsettiğim hikaye temellendirmesinin sıkıntısını çekmeye devam ediyor. Doğu Roma İmparatoru’nun Osmanlı’dan çekinerek safları sıklaştırmaya çalışması gösteriliyor ama Osmanlı o zamanlar henüz bir imparatorluğa ve bir dünya devine dönüşmemiş bir devlet. Muhteşem Yüzyıl serisinde gördüğümüz şekliyle Yavuz Sultan Selim ve sonraki padişahlar döneminde kazandığı saltanat kaidelerine, imparatorluk protokollerine henüz o derecede sahip değil. Harem mevzusu daha o kadar dallanıp budaklanmamış. Hürrem Sultan gibi padişah hasekilerinin devlet işlerine karışmaya başlamalarının önünde uzun yıllar var. Çandarlı ailesi gibi büyük aileler yönetimde neredeyse Osmanoğulları kadar söz sahibi.
 
Belki biraz da bu nedenle dizide Sultan Mehmed’in ve saltanatının ağırlığı yeteri kadar hissedilemiyor. Etrafındaki adamları pek de çekinmeden, çok daha paldır küldür bir şekilde onunla konuşabiliyor. O da adamlarıyla daha samimi takılabiliyor. Dizide bir protokol, saray kaideleri falan pek görülemiyor. Padişahın yönetim alanı neresi, harem neresi, saraydaki makam sahiplerinin konumlandıkları yerler neresi belli değil. 

Muhteşem Yüzyıl’daki saray ağırlığı Mehmed’de yok. O derecede olmasına dediğim gibi henüz gerek de yok ama yayınlanan üç bölümde de Osmanlı Devleti’nin o dönemki yapısı ve işleyişi, durumu az da olsa anlatılmadığı için seyirci ekranda Osmanlı dünyası ve padişaha dair inandırıcı bir temel bulamıyor. Padişahın her fırsatını bulduğunda sırtında oklarıyla Kara Murad, Battal Gazi gibi operasyonlara giden bir aksiyon kahramanı olarak resmedilmesi de o padişah otoritesi algısına bence pek hizmet edemiyor. 

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER