Aslı abisini
özlüyor, daha da çok özleyecek. Aslı'nın acısı var ve bu acı hiç geçmeyecek.
Biraz gözlerini kapatacak oluyor, anılar olmasa rüyalar üşüşüyor Aslı'nın
zihnine. Gecenin bir yarısı özlem, acı, vicdan azabı ve sorgular bir arada.
Oysa bazı geceler soru sormak için hiç de uygun değildir, bazı geceler yalnızca
ağlamak ve zehrini boşaltmak içindir.
Cem ve Aslı
son zamanlarda anlaşmazlıklar yaşıyordu, bu anlaşmazlıkların zirveye çıktığı
bir noktada, Aslı'ya biraz bozuk, biraz kırgın olarak binip gitmişti arabasına
Cem ve Aslı'nın aklında kalan son sahne de bu oldu haliyle. Aslı nar
ayıklıyordu rüyasında, Cem ise bir şeyleri Aslı'ya hiç yakıştıramıyordu. Cem
tribini atıp odadan çıkınca Aslı dönüp ellerine baktı, elleri kırmızıya
bulanmıştı. Nar ve kan alegorisine bayıldım. Aslı son derece masum bir işle
uğraşıyordu rüyasında, ama sorularla uyandı yine de. Çünkü Cem'in neyi
kastettiğini rüyasında anlamadı ama gerçekte biliyordu. Ferhat'a
"Korkmadığım için korkuyorum" dediği şeydi sorun. Eline silah
almanın, bir insana ateş etmenin, ateş eden kişiye yardım etmenin ve sonra
hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam etmenin nar ayıklamakla aynılaşmasıydı
sorun. Ferhat'ın yanındayken hiçbir şeyden korkmamanın, bu kaosu kanıksamaya
dönüşmesiydi sorun. Ve Aslı'nın sorgulamaları bununla kalmayacaktır.

Abisini
özleyen ve sorulara boğulan bir tek Aslı değildi. Ama Aslı'nın aksine Yiğit,
rüyasında sorular değil yanıtlar buldu. Necdet Aslan yine gülümseyişiyle
içimizi açtı, insanlığıyla da kederimizi dağıttı. Onu gördüğümüz bütün
sahnelerde ortak olan bir şey var: Necdet, çocukları için çok sağlam bir
kerteriz noktası. Ne zaman yollarını kaybetseler, ne zaman akıllarına düşen
soruların yanıtını bulamasalar, ne zaman çıkışsız hissetseler yolu
aydınlatıyor, olasılıkları değerlendiriyor ve olması gerekeni işaret ediyor. Ve
bunları öyle naif, öyle samimi bir biçimde yapıyor ki, değil direnmek,
gösterdiği yolun doğruluğundan kuşkulanmak, kendi öz fikriymiş gibi
sahiplenebilir insan. Necdet'in anlattığı hikâyelerin güzelliği kadar, Gökhan
Soylu'nun bu kısacık sahneleri defalarca izlenecek kadar büyüten, derinleştiren
incelikli yorumu da bu etkide pay sahibi. Hiç sakil durmayan hafif bir şive,
yumuşak bir ses tonu, minimal hareketler ve izleyende karşılık verme isteği
uyandıran bir tebessüm. Keşke her bölüm görsek, sık sık dinleyebilsek
hikâyelerini... Bu arada, cast seçimine bir etkisi oldu mu bilmiyorum ama
Gökhan Soylu ile Deniz Celiloğlu arasındaki fiziksel benzerlik de insanı
gülümseten türden.
Yiğit'in
rüyasındaki alegori biraz daha kolay anlaşılıyordu, zira hem Necdet iyi bir
kılavuzdu hem de Yiğit'in sorusu kolay yanıtlanır bir soruydu. Suna'nın da
dediği gibi, kime "abi" diyeceğine kanın değil, kalbin karar verir.
Babanızın başka insanlar olması bunca yıllık kardeşliği rafa kaldırmaz. Kaldı
ki, başka hiçbir bağınızın olmadığı birini de kardeş edinip sevginizi
çoğaltabilirsiniz.

Bunu
Ferhat'a söylemek konusunda Suna ve Aslı ile aynı şeyi düşünüyorum, ama Ferhat
yıkılacağı, hem babasını hem de kardeşlerini kaybedeceği için değil. Onları kaybetmeyecek, kaybedemez zaten, ama bu başka bir hikâye. Ben de
Ferhat'ın hayatında olsam bu sırrı ona söylemeyenlerin yanında olurdum, zira bu
onların sırrı değil. Ferhat bu gerçeği yalnız ve yalnız Yeter'den öğrenmeli, Namık'tan bile değil. Öğrendiği zaman, bunu bilenlere kırılacaktır,
haklıdır da, ama saklayanlar da eşit derecede haklıdır bence.
Esas mesele
biyolojik babasının Necdet değil Namık olduğunu öğrenmesi değil, Necdet'in
katilini azmettirenin Namık olduğunu öğrenmesi olacak. Ama bunun için biraz
daha vaktimiz olduğunu düşünüyorum. Bence, Aslı'nın yaptığı sorgulamaları
Ferhat'ın da yapması gerekir öncelikle. Ellerini temizlemek, geçmişini
temizlemek gibi kararlar verdikten sonra bunu öğrenmesi daha büyük katkı yapar
hikâyeye. Şu anda öğrense nasıl davranabileceğini biliyoruz Ferhat'ın, bunu
bilmediğimiz bir noktada öğrenmeli, o zaman yeniden başlayan bir hikâyemiz
olur.
"Erkeğin kararmış kalbine, çiçek açtırmaya yemin etmiş bir kadın
düşer. Can alan el, hayat veren elle buluşur. Aşk en olmazı oldurur. Çünkü aşk
bütün kötülükleri temize çeker, değiştirir, iyileştirir!"
Böyle başlamışlardı anlatmaya hikâyemizi, beklentim bundan fazlası değil.