"Kafam allak bullak oldu, her şey birbirine
karıştı." Ebru'ya söylediği bu cümle, Aslı'nın halinin özeti. Aslı
ne yapacağını, ne düşüneceğini şaşırdı. Kendini kontrol de edemiyor, Ferhat'a
öfkesini her fırsatta kusuyor ama onun için endişelendiğini de saklayamıyor.
Bir taraftan senden nefret ediyorum diye bağırırken Ferhat'a, bir taraftan
dikişlerinin patlamasından endişe ediyor. İlk bölümlerde duygularının kendisini
hiç yanıltmadığını söyleyen Aslı, şimdi duygularının değil, kafasının
karışıklığından söz ediyor.
Bakmayın nefret
cümlelerine, Aslı'nın duygularından söz edecek hali yok, çünkü algıları kapalı.
Biz haftalardır Ferhat'ın gözlerinde neler neler okurken o çıkıp
"buzdolabı gibi gözlerinle bakıyorsun" diyebiliyor, çünkü görmek
istemiyor. Ferhat'ı zihninde bir yere yerleştirdi ve hissetmeye başladıklarına
rağmen hâlâ ilk günkü yargısıyla bakıyor ona. Aslı'ya hak vermiyor değilim,
Ferhat'la rastlaştığı günden beri aklına bile getirmeyeceği şeyler yaşadı,
kötülükler, haksızlıklar gördü, acılara tanık oldu. Aklı ve vicdanı ona
bambaşka şeyler söylüyor, bu nedenle de kalbini susturmak zorunda hissediyor
kendini. Dediğim gibi, hiç de haksız değil.
Yine de bizler, bu
dizide hislerin direkt sözcüklere dökülmemesine, gözlerden, davranışlardan
okunmasına ve detaylara gizlenmesine alışığız. Alev alev yanan evden kaçmaya
çabalarken de, silahlı adamlardan kaçarken de öncelikle Ferhat'ın yarası için
endişeleniyordu. Yiğit'le konuşup öğrendiklerinden sonra ne yapacağını, ne
düşüneceğini bilemezken bile yanına gelen Ferhat'a ilk sorduğu soru "iyi
misin" oldu. Bu aşamada ben zaten bundan fazlasını istemiyor ve
beklemiyorum. Her hafta bir tango ile başlıyor hikâyemiz; her şey adım adım.
Tango adımları hayata dair pek çok şey söyler bize, olması gerekenden daha
hızlı adımlar atarak daha güzel tango yapılamaz mesela...
Uyudu mu?
Uyanmış mı?
Ferhat'ın kafası
karışık değil bence. Bunca yıl kendini saklamasına, kalbini kapatmasına rağmen
başına gelenlerin farkında. Bununla mücadele etmiyor, buna direnmiyor. Tek
yaptığı, içinde bulunduğu durumu yok saymak. Çünkü o da farkında Aslı gibi
birinin kendisiyle işi olmayacağının; onlar siyahla beyaz kadar uzaklar
birbirlerine. Bu yüzden Aslı'ya göre çok daha rahat davranıyor, yakınlaşıyor,
başka anlamlara gelecek laflar ediyor, imkânsızlığın altını çiziyor her
fırsatta ve susuyor. Aslı konuştukça, içini döktükçe daha çok susuyor Ferhat.
Aslı sözcüklerin arkasına gizlerken kalbindekileri, Ferhat suskunluğa
gizleniyor. Onlar siyahla beyaz kadar uzaklar griye, eşit uzaklıktalar aşka.
Türkünün dediği gibi: Aşka düşen denk olur!* Eşitliği
aşk lehine bozan kişinin de Ferhat olacağını düşünüyorum, gözyaşını
karşısındakine ilk gösteren kişi olması gibi.
Aslı'nın arabayı
alıp gitmesine -nereye gittiğini bile bile- izin vermesi şaşırtıcı gelebilirdi,
Ferhat'ın halini anlamasaydım eğer. O aslında çoktan teslim oldu aşka, sadece
dışa vurmuyor bunu, nasıl dışa vuracağını bilmediğinden belki de. Tıpkı kurşun
yedikten sonra yerde yatarken Aslı'ya git demesi gibi bir durumdu Aslı'nın
Yiğit'e gittiğini anlaması. Yapamaz diye düşündü Aslı'yı tanımaya başladığı
için. Yapamaz, çünkü böylesine içine girdiği bir hikâyeyi yarım bırakıp gidemez
Aslı. Yaparsa, boynu kıldan ince Ferhat'ın. Çantasını hazırlayıp beklemesi
gösteriş değil, teslimiyetti. İhtiyar'ın evindelerken fonda çalan şarkıyı
hatırlama vakti: Senden gelsin, ölüm başım
üstüne.**
"Yapmazsın ya, bir
gün birini sevmeye kalkarsan... Sevme... Çünkü sen severken de
öldürürsün."
Ya şimdi ya hiç
diyerek çıktı yola Aslı, o da tıpkı Ferhat gibi düşündüğünden. Ait olmadığı bu
karanlığı ya aydınlatacaktı ya da bir daha dönmemek üzere çıkacaktı o
karanlıktan. Henüz bir karar vermemişti aslında, ama yapması gerektiğini
düşündüğü şeyi yaptı ve bindi o arabaya. Belki de durdurulmayı bekledi, böylece
bir seçim yapması, zaten karışık olan aklını bir de bununla karıştırması
gerekmeyecekti. Ferhat durdurmayınca bir seçim yapmak zorunda kaldı, kendisini
tedirgin eden, fakat günbegün içine de çeken seçeneği enine boyuna öğrenmek
istedi.
Yiğit, Aslı'nın hiç
bilmediği, görmediği bir Ferhat anlattı ona. Aydınlıktan karanlığa,
masumiyetten zalimliğe, beyazdan siyaha geçişin hikâyesini… Bu hikâyeyi
bildiğinizde bile Ferhat'ı anlamak zor, empati kurmak daha zor. Ama insanda anlamaya çalışmak, yanında olmak ve elinden tutup aydınlığa çıkarmak arzusu
uyandıran bir hikâye. Aslı, bundan sonra bu arzunun peşine düşecek gibi
görünüyor. Şaşırtıcı değil, hayattaki amacı bu, iyileştirmek, sağaltmak onun
işi. Ferhat'ı iyileştirecek ve renklendirecek gücü yettiğince, eli erdiğince…
Sahildeki konuşmaları ve köfte ekmek sahneleri, Aslı'nın bu yolda başarılı
olacağının kanıtı.


Yiğit'in de Ferhat'ı
anlamaya çalıştığını, anladığını görmek beni mutlu etti. Buna rağmen Ferhat'a
duyduğu öfkeyi ise terk edilmiş hissetmesine bağlıyorum. Sevgisini, şefkatini
gösteren, koruyan, kollayan bir abiymiş Ferhat karanlığa çekilmeden önce. O günleri
ve abisini özleyen, abisinin içindeki beyazı bildiği halde sürekli siyahla karşılaşan
Yiğit'in öfkesini artık anlıyorum. Anlamadığım şey, Aslı'ya anlattığı Ferhat'ı
Suna'ya anlatmaması, Suna'yı bu hikâyenin dışında tutması ve buna rağmen
öfkesini hep ona göstermesi. Suna'yı korumak istiyor olabileceği aklıma
geliyor, ama insan sevdiğinden yarasını saklamaz diye düşünüyorum.

Kardeşler
birbirlerinden uzak düşmüşler ama kalplerindeki sevgiyi korumayı bilmişler.
Yiğit'in Ferhat'ı anlatışı, Ferhat'ın Yiğit'e doğum günü mesajı ve anlamlı
hediyesi, Gülsüm'ü kurtarmak için gücünün son zerresine kadar direnmesi,
uyanıkken sarılamadığı kardeşini uyurken ziyareti, Gülsüm'ün abisine nasıl
yaklaşacağını bilemediği için Aslı'yı onun yerine koyması hep bu sevginin,
kardeşlik bağının yok olmadığının işaretleri. Fırsatını bulduğumuz her anda
kardeşlerimize sımsıkı sarılmamız gerektiğinin anımsatıcıları.