Aşka düşen denk olur*
Sonra sonra?^^
"Kafam allak bullak oldu, her şey birbirine karıştı." Ebru'ya söylediği bu cümle, Aslı'nın halinin özeti. Aslı ne yapacağını, ne düşüneceğini şaşırdı. Kendini kontrol de edemiyor, Ferhat'a öfkesini her fırsatta kusuyor ama onun için endişelendiğini de saklayamıyor. Bir taraftan senden nefret ediyorum diye bağırırken Ferhat'a, bir taraftan dikişlerinin patlamasından endişe ediyor. İlk bölümlerde duygularının kendisini hiç yanıltmadığını söyleyen Aslı, şimdi duygularının değil, kafasının karışıklığından söz ediyor.
 
Bakmayın nefret cümlelerine, Aslı'nın duygularından söz edecek hali yok, çünkü algıları kapalı. Biz haftalardır Ferhat'ın gözlerinde neler neler okurken o çıkıp "buzdolabı gibi gözlerinle bakıyorsun" diyebiliyor, çünkü görmek istemiyor. Ferhat'ı zihninde bir yere yerleştirdi ve hissetmeye başladıklarına rağmen hâlâ ilk günkü yargısıyla bakıyor ona. Aslı'ya hak vermiyor değilim, Ferhat'la rastlaştığı günden beri aklına bile getirmeyeceği şeyler yaşadı, kötülükler, haksızlıklar gördü, acılara tanık oldu. Aklı ve vicdanı ona bambaşka şeyler söylüyor, bu nedenle de kalbini susturmak zorunda hissediyor kendini. Dediğim gibi, hiç de haksız değil.
 
Yine de bizler, bu dizide hislerin direkt sözcüklere dökülmemesine, gözlerden, davranışlardan okunmasına ve detaylara gizlenmesine alışığız. Alev alev yanan evden kaçmaya çabalarken de, silahlı adamlardan kaçarken de öncelikle Ferhat'ın yarası için endişeleniyordu. Yiğit'le konuşup öğrendiklerinden sonra ne yapacağını, ne düşüneceğini bilemezken bile yanına gelen Ferhat'a ilk sorduğu soru "iyi misin" oldu. Bu aşamada ben zaten bundan fazlasını istemiyor ve beklemiyorum. Her hafta bir tango ile başlıyor hikâyemiz; her şey adım adım. Tango adımları hayata dair pek çok şey söyler bize, olması gerekenden daha hızlı adımlar atarak daha güzel tango yapılamaz mesela...
 

Uyudu mu? 


Uyanmış mı?
 
Ferhat'ın kafası karışık değil bence. Bunca yıl kendini saklamasına, kalbini kapatmasına rağmen başına gelenlerin farkında. Bununla mücadele etmiyor, buna direnmiyor. Tek yaptığı, içinde bulunduğu durumu yok saymak. Çünkü o da farkında Aslı gibi birinin kendisiyle işi olmayacağının; onlar siyahla beyaz kadar uzaklar birbirlerine. Bu yüzden Aslı'ya göre çok daha rahat davranıyor, yakınlaşıyor, başka anlamlara gelecek laflar ediyor, imkânsızlığın altını çiziyor her fırsatta ve susuyor. Aslı konuştukça, içini döktükçe daha çok susuyor Ferhat. Aslı sözcüklerin arkasına gizlerken kalbindekileri, Ferhat suskunluğa gizleniyor. Onlar siyahla beyaz kadar uzaklar griye, eşit uzaklıktalar aşka. Türkünün dediği gibi: Aşka düşen denk olur!* Eşitliği aşk lehine bozan kişinin de Ferhat olacağını düşünüyorum, gözyaşını karşısındakine ilk gösteren kişi olması gibi.
 
Aslı'nın arabayı alıp gitmesine -nereye gittiğini bile bile- izin vermesi şaşırtıcı gelebilirdi, Ferhat'ın halini anlamasaydım eğer. O aslında çoktan teslim oldu aşka, sadece dışa vurmuyor bunu, nasıl dışa vuracağını bilmediğinden belki de. Tıpkı kurşun yedikten sonra yerde yatarken Aslı'ya git demesi gibi bir durumdu Aslı'nın Yiğit'e gittiğini anlaması. Yapamaz diye düşündü Aslı'yı tanımaya başladığı için. Yapamaz, çünkü böylesine içine girdiği bir hikâyeyi yarım bırakıp gidemez Aslı. Yaparsa, boynu kıldan ince Ferhat'ın. Çantasını hazırlayıp beklemesi gösteriş değil, teslimiyetti. İhtiyar'ın evindelerken fonda çalan şarkıyı hatırlama vakti: Senden gelsin, ölüm başım üstüne.**
 

"Yapmazsın ya, bir gün birini sevmeye kalkarsan... Sevme... Çünkü sen severken de öldürürsün."
 
Ya şimdi ya hiç diyerek çıktı yola Aslı, o da tıpkı Ferhat gibi düşündüğünden. Ait olmadığı bu karanlığı ya aydınlatacaktı ya da bir daha dönmemek üzere çıkacaktı o karanlıktan. Henüz bir karar vermemişti aslında, ama yapması gerektiğini düşündüğü şeyi yaptı ve bindi o arabaya. Belki de durdurulmayı bekledi, böylece bir seçim yapması, zaten karışık olan aklını bir de bununla karıştırması gerekmeyecekti. Ferhat durdurmayınca bir seçim yapmak zorunda kaldı, kendisini tedirgin eden, fakat günbegün içine de çeken seçeneği enine boyuna öğrenmek istedi.
 
Yiğit, Aslı'nın hiç bilmediği, görmediği bir Ferhat anlattı ona. Aydınlıktan karanlığa, masumiyetten zalimliğe, beyazdan siyaha geçişin hikâyesini… Bu hikâyeyi bildiğinizde bile Ferhat'ı anlamak zor, empati kurmak daha zor. Ama insanda anlamaya çalışmak, yanında olmak ve elinden tutup aydınlığa çıkarmak arzusu uyandıran bir hikâye. Aslı, bundan sonra bu arzunun peşine düşecek gibi görünüyor. Şaşırtıcı değil, hayattaki amacı bu, iyileştirmek, sağaltmak onun işi. Ferhat'ı iyileştirecek ve renklendirecek gücü yettiğince, eli erdiğince… Sahildeki konuşmaları ve köfte ekmek sahneleri, Aslı'nın bu yolda başarılı olacağının kanıtı.
 


 
Yiğit'in de Ferhat'ı anlamaya çalıştığını, anladığını görmek beni mutlu etti. Buna rağmen Ferhat'a duyduğu öfkeyi ise terk edilmiş hissetmesine bağlıyorum. Sevgisini, şefkatini gösteren, koruyan, kollayan bir abiymiş Ferhat karanlığa çekilmeden önce. O günleri ve abisini özleyen, abisinin içindeki beyazı bildiği halde sürekli siyahla karşılaşan Yiğit'in öfkesini artık anlıyorum. Anlamadığım şey, Aslı'ya anlattığı Ferhat'ı Suna'ya anlatmaması, Suna'yı bu hikâyenin dışında tutması ve buna rağmen öfkesini hep ona göstermesi. Suna'yı korumak istiyor olabileceği aklıma geliyor, ama insan sevdiğinden yarasını saklamaz diye düşünüyorum.
 

 
Kardeşler birbirlerinden uzak düşmüşler ama kalplerindeki sevgiyi korumayı bilmişler. Yiğit'in Ferhat'ı anlatışı, Ferhat'ın Yiğit'e doğum günü mesajı ve anlamlı hediyesi, Gülsüm'ü kurtarmak için gücünün son zerresine kadar direnmesi, uyanıkken sarılamadığı kardeşini uyurken ziyareti, Gülsüm'ün abisine nasıl yaklaşacağını bilemediği için Aslı'yı onun yerine koyması hep bu sevginin, kardeşlik bağının yok olmadığının işaretleri. Fırsatını bulduğumuz her anda kardeşlerimize sımsıkı sarılmamız gerektiğinin anımsatıcıları.

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER