Muhteşem Yüzyıl Kösem’de ortalık hareketlendi. Hoş, gerçi
son haftalarda senaryoda tansiyon zaten hiç düşmüyor ve her yeni bölümde üstüne
biraz daha koyarak ilerliyor. Dizi artık tamamen format değiştirip bir
korku-gerilim filmine döndü desem, sanırım abartmış olmam. Daha geçen seneye
kadar bile bir gün gelecek ve Türk televizyonlarında prime time kuşağında neredeyse gözün gözü
görmeyeceği kadar karanlık ve sert bir dizi yayınlanacak deselerdi, güler
geçerdim. Gelin görün ki, olmaz denen şey gözlerimizin önünde gerçekleşiyor. Bu
nedenle dizinin sevenleri olarak sanıyorum ki bir ilke tanıklık ediyoruz.
Hareketliliğin tek sebebi bölümlerdeki entrikalar da
değil üstelik. Geçtiğimiz Cuma günü yapımcı Timur Savcı 60. bölümde dizinin
final yapacağını ve Muhteşem Yüzyıl serisine artık son vereceklerini de
açıkladı. Haliyle bu açıklama, yurtdışı satışları ve diğer ülkelerdeki reyting
başarılarından dolayı hikayenin bir umutla 3. ve son sezona da gidebileceğini
umut eden bütün seyircilerin üstüne karabasan gibi çöktü. Kösem Sultan’ın ve
müstakbel padişah Sultan İbrahim’in hayatlarında anlatılacak daha bir çok şey
varken geriye kalan 8 bölümde bunca konunun nasıl toparlanıp da yapımın finale
yürüyeceği de doğal olarak merak konusu oldu.
Yılları yine hızlı hızlı atlatarak, olayları ve
karakterleri kısa kısa özetler şeklinde anlatarak mı bitirecekler yoksa hikaye
yarım mı kalacak diye bilinmezlikler içinde acı-tatlı hislerle izlemeye devam
ettiğimiz yapımın olması gereken yere, yani eski yayın saatine alınmış olması ise
hiç yoktan bir teselli oldu. Normal zamanında izlemeyi çok özlemişiz ne yalan
söyleyeyim. O kadar ki, yaklaşık bir saate yayılan ve bu nedenle hiç
hazzetmediğim özet bölüm geleneği bile bir hoş göründü gözüme. Gecenin bir
yarısından dilimiz yandı bir kere, özet bölümleri üfleyerek izleriz artık.
Özellikle finalindeki karlarla kaplı sahneler sayesinde
bir kez daha sanki bu ülke dışından bir prodüksiyon izliyormuşuz gibi
hissettiğim bölüm, nasıl oluyor bilmiyorum ama genelinde bu sahnelerle tam bir
tezat oluşturacak şekilde, son izlediklerimizden bile karanlık bir tondaydı.
Bir ara ekranda olan biteni seçmekte zorlanır hale geldim. Kontrast ayarı az
daha kararırsa sanırım finalde pek bir şey göremeyeceğiz. Ama bu durumdan
şikayetçi miyim? Hayır… En azından bölümleri ışıklar kapalı bir şekilde
izlerken ^^
Daha Şehzade Bayezid’in idamının ağırlığı üstümüzden kalkmamışken
bu defa da Şehzade Kasım katletildi. Merhumların akıbeti zaten yeterince
kötüyken, her iki idam olayında da asıl sarsıcı olan şey bütün bu travmalara
tanıklık eden Şehzade İbrahim’in içler acısı halini görmek.
Hepimiz öğrencilik
yıllarımızda, okullarda okuduğumuz Tarih dersi kitaplarında Osmanlı
İmparatorluğu’ndaki Kafes sistemi uygulaması yüzünden sarayda kapalı bir
şekilde yetişen şehzadelerin devamlı olarak öldürülme korkusu içinde
yaşadıkları için psikolojik olarak sorunlar yaşadıklarını öğrenerek büyüdük.
Ancak tek bir cümlede okuyup geçtiğimiz bu bilgilerin görsel olarak karşılığını
izlemek o kadar da kolay olmuyor. İnsan göğsünün üstüne öküz oturmuş gibi
hissediyor resmen.
Geçtiğimiz bölümün finalinde veba olduklarını
öğrendiğimiz küçük şehzadeler Süleyman ve Selim’in vefatıyla başladı 53. bölüm.
Ben bu konunun biraz daha detaylı bir şekilde işleneceğini düşündüğüm için daha
başlar başlamaz hızlı bir şekilde sonlandırılması biraz şaşırttı. Saraydaki
kimsenin, özellikle de çocukların, hanımı Farya Sultan’ın çocukları olması
hasebiyle Madam’ın bu duruma pek bir tepki vermemesi ise haliyle ilginç oldu.
Ancak önemli olan 4. Murad’ın çocuklarının değil de kendi sağlığının akıbeti
olduğu için çok da takılmadım bu küçük detaylara.
İçki içtikleri için kullarına dünyayı dar eden 4. Murad
çok ah almış olacak ki, kendisi de aynı sebepten Siroz hastalığına
yakalandığını öğrendi. Son bölümlerde Galata’daki işret alemlerini ve şarap
içtiğini pek göremiyoruz gerçi ama bu kadar yoğun bir sinir harbinin içinde
yaşarken insanın türlü hastalık sahibi olmak için özel bir bahaneye de ihtiyacı yok zaten. Validesi diyabet, kendisi siroz hastası oldu en sonunda. Saltanatın
bedeli maddi ve manevi anlamda her türlü ağır oluyor.
Padişahın da çocukları gibi vebaya yakalandığını ve
Azrail’in pençesinden kurtulamayacağını düşünen Kösem Sultan ve adamları ise öteden
beri kolladıkları fırsat ayaklarına gelince derhal çalışmalara başladılar ve Şehzade
Kasım ile Şehzade İbrahim’i şimşirlikteki odalarından çıkarıp tahtın yeni
namzetini ilan etmek için Yeniçeri Ocağı’nın yolunu tuttular. 1. sezonun final
bölümünde askerlere ve devlet erkanına Şehzade Murad’ı takdim eden Kösem Sultan
başka bir oğlunu daha takdim etme şerefine böylece ulaşmış oldu.
Savaşmadan, hünkar oğlunun canını yakmadan bu işi
hallettiği için seviniyordu ki 4. Murad son anda hasta yatağından kalkıp
gelerek hepsini suçüstü yakaladı. Gülbahar Sultan’ın intikamını alabilmek için
şimdilik kendisinden yana gibi görünen Sinan Paşa ve sadık yoldaşı Yusuf Paşa
sayesinde hastalığının başka olduğu ortaya çıkarılan ve hızlı bir tedavi ile
ayaklanan 4. Murad karşısındaki manzarayı görünce öyle bir gürledi ki, daha iki
sahne önce aynanın karşısında Sultan Kasım Han Hazretleri diye kendi kendine
havalara giren Şehzade Kasım başta olmak üzere kimsenin gıkı çıkamadı.
Metin Akdülger bu sahnedeki performansıyla harikalar
yaratmıştı kesinlikle. Bağırmak var, bağırmak var yani ^^ Sezonun ilk bölümlerinde gerekli gereksiz devamlı bağırıp
çağıran ve iticileşen 4. Murad’ın tam da bu şekilde gürlemesini gerektiren bir
sahne olduğu için uygulama kusursuz bir şekilde yerini de bulmuş oldu.
Kendisinin boğazına kuvvet, ne diyelim :)