Tabii bu noktadan sonra 4. Murad’ın validesi Kösem Sultan
ile köprüleri tam anlamıyla yakması kaçınılmaz oldu. Has Oda’da validesine
çocukluğundan bahsettiği, o yıllarda kendisi için nasıl da hayranlıkla baktığı
ve sevdiği, melek gibi bir insan olduğunu düşündüğünü anlattığı sahne çok güzel
olmuştu. Kendi kanatlarıyla uçmak istediği andan itibaren gördüğü muamele
yüzünden o hayranlığın yavaş yavaş nasıl bir hayal kırıklığına dönüştüğünü
söylediği ve artık onun sevgisine ihtiyacı olmadığını belirttiği anlar da çok
hoş bir şekilde yazılmıştı. Onca sertliğin altında Murad’ın aslında kalbi kırık
bir çocuk olduğunu güzel bir şekilde anlattılar.
Zaten bu bölümün belki de en sevdiğim yanı ana-oğul
arasındaki ilişkinin gri sularda gidip geldiğinin artık resmen gözümüze
sokulmuş olmasıydı. Daha önce de yazdığım gibi Kösem Sultan iktidar hırsından
ve kibrinden dolayı çoğu zaman gözü dönmüş entrikacı, zalim bir kadın olabilir
ama çocuklarını sevmediğini ve düpedüz onların kötülüğünü istediğini düşünmek
bence haksızlık olur. Kaybettiği oğullarının arkasından onca gözyaşı dökmesinin
sebebi sadece saltanat sürmesini sağlayacak oyuncaklarını kaybetmesi olamaz. En
nihayetinde o da bir anne.
Bu bölümde Murad hasta yatağında yatarken perdenin
arkasından konuştukları sahnede karakterin döktüğü gözyaşları ve söylediği
sözlerde samimi olmadığını düşünmedim açıkçası ben kendi adıma.
Bütün bu taht ve iktidar kavgasını bir kenara koyarsanız
aslında ortada ana-oğul arasındaki bir aşk-nefret ilişkisi de var. 4. Murad
bütün erkek çocukları gibi annesine hayran ama yetişkinliği boyunca bu
hayranlık, hayal kırıklığı ve öfkeye dönüşüyor. Kösem Sultan da her anne gibi
oğluna düşkün ama kendi hırsları ve kocaman egosu yüzünden sözünden çıkılmasını
istemeyen, otoriter bir anne. Üstelik öyle de bir anne ki, iktidar şerbetinin
tadını almış bir kere. Otoriterlik ikiye katlanmış durumda. Karşısındaki oğul
da ana kuzusu olmayı reddettiği için çatışıyorlar.
Normalde erkek çocuklar ve babaları arasında yaşanan
kendini babaya ispat etme savaşı, ispat edemedikçe ya da edemediğini düşündükçe
babaya karşı öfkelenme ve onu düşman belleme sendromu, baba figürlerinin
hayatta kalamadığı böyle bir düzende anneyle oğul arasında tezahür ediyor. Ve
Kösem Sultan kendisinden sonra oğlunun en yakınında bulunan adamları sevmiyor. İktidar
hırsı yakıcı düzeylerde olan bir kadın sultan açısından şüphesiz ki yoluna taş
koyarlar diye siyasi nedenlerle. Ancak bir anne olarak belki de sadece
içgüdüsel nedenlerle.
Kimbilir, belki de Kösem Sultan oğlunu en yakınındaki
adamlardan kıskanıyor. Onlardan fazla yüz bulup da kendisinden yüz çevirmesin
diye. Her anlamda böyle ikircikli bir iktidar kavgasını seyretmek oldukça
keyifli bence.
Böyle cevval bir ananın oğlu, delişmenlikte ondan aşağı
kalmıyor tabii. Validesinin kendisini derdest ettirip kafese kapatacağını haber
alan Murad, adamlarıyla birlikte bir plan hazırlayarak ava gideni avladı ve
sirozlu haliyle bile Yeniçeriler’i sağa sola fırlatarak alt edip kendisini
yalandan kafese kapattırdı. Bölümün fragmanlarında ağırlık verilerek gösterilen
bir sahne olduğu için ilk başta Kösem Sultan’ın planının nasıl işleyeceğini
anlatmak için kullanılan bir kolaj halinde görünce “bu muymuş yani” diyerek canım
sıkıldı ancak asıl planın anlaşılmasıyla sahneye geri dönülerek tekrar
gösterilmesi güzel oldu.
Delilikten ermişliğe geçiş yapan amcası Sultan
Mustafa’yla oturup padişahlık nedir, o tahtlarda yıllarca nasıl ve ne pahasına
oturulmuştur sohbeti yaparlarken de bir yandan cellatları kardeşlerinin üzerine
saldı Murad. Sezonun ilk bölümünde isyancı Sipahiler’e kardeşlerine
kıymadığını, kıymayacağını, onların kendisinin kanı, canı olduğunu haykıran
Murad, gayet kaygısız bir şekilde dinledi bu sahnede Deli Mustafa’nın
söylediklerini.
Yine de belli olmaz. Mustafa, çok sevse bile o küçücük yaşında
kendisini öldürsünler diye cellatları gönderen ve sonra da pişman olup kurtaran
Sultan Ahmed’in yaptığı şeyi meğerse hiç unutmamış. Belki Murad da Bağdat
zaferinden sonra Kasım’ı unutmaz ve hatırlar.