(Geçen hafta şehir
dışında olduğum için bölümü izleyememiştim. İki bölümü arka arkaya izlediğim
için bu yorum aslında bir nevi 63- 64 bölüm yorumudur.)
Ne manidardır bu
satırları yazarken gerçekten de bulutların üstünde olmam. Hayatta çok nadir
zamanlardır var her şeyden uzak kalıp günlük şehir karmaşasından uzaklaşarak
kendi kendime kalabildiğim. Uçak yolculukları da onlardan biri. Özellikle de
tek başıma uçuyorsam. Telefon çalmadan, cevap vermem gereken e-posta'lar
olmadan, WhatsApp gruplarındaki hareketleri takip etmeden ve tabii bakmadığım
zaman bir şey kaçırdığımı düşünen sosyal medyadan uzak birkaç saat bulutların
üstünde... İşim gereği çok seyahat ederim, her bir şehre iniş yaparken
özellikle de gece saatleriyse o şehre tepeden hayranlıkla bakarım. Ama en çok
hayranlığım İstanbul'a dönerken olur. Gündüzleri büyüsünü göremediğimiz bu
şehrin bizim olmasını isteme arzusu iniş yaparken hep yakalar beni. Bulutların
üstünden aşağı inerken şehir hep başka bir etkili görünür. O anda durmak,
gerçek hayatın içine girmeden rüyadaymış gibi anı yaşamak isterim. Keşke
hepimizin mutlu bir şarkı içerisinde ya da mutlu bir an içerisinde hep yaşama
şansı olsa.

Sevdiğimiz kişiyle bir
fanus içerisinde hiçbir dış etkenden sadece BİZ olarak yaşamak. O koca şehrin
bile ayaklarımızın altın büyüsüyle küçücük göründüğü anlarda... Sevdiğimizin
gözlerine baksak hafif yaşlı, o anki mutluluğun tarifini bile edecek kelimeler
bulamayarak. Sevdiğimiz ise Cemal Süreya'dan bir dörtlü okusa. Hayallerimizi
sırayla hayata geçiren bu şahane adamın yanında zamanı sonsuza dek durdursak.
Özellikle de uzun bir süre ayrı kaldıktan sonra böyle bir anı yakalamışsak hiç
zamanın akmasını istemeyiz değil mi? Hele bir de yaşanamayanların sayfalarca
uzayan bir liste olduğunu bilerek boşa geçen zamanı yeniden yakalamak için
aceleciysek. O İstanbul'un şahane ışıltılı boğaz manzarasına karşı aylardan
Aralık olmasına rağmen aşkımızla ısınan o andan gerçek hayata dönmek ne kadar
zordur. Karşılıklı aşkı bulacak kadar şanslıysak hiçbir dış etkenin bizlere
karışmayacağı bir dünya yaratmak mümkün mü? En çok böyle bir teknolojinin
yaratılmasını isterdim. Ama hayat işte... Acısıyla tatlısıyla. Mutlu anlar
bazen bizleri daha güçlü kılmak bazen de çok büyük bir hatanın ucundan dönmek
için yerini zorlu günlere bırakır. Her uçak elbet yere iner, her rüyadan
eninden sonunda uyanır ya da bir gökdelenin tepesinden yine ait olduğumuz mahalleye
geri döneriz. "Hiç ama hiç gitmek
istemiyorum." diye isyan etsek de o hep yanında durmak istediğimiz
kişinin yanından uzaklaşırız. Çünkü o mutlu anı ebedileştirmek adına hepimizin
hayatında vermesi gereken savaşlar vardır. Bu savaş bazen akşamları daha da
artan geçmişten kalan travmalar olur, bazen ise senin çok üzüldüğünü görüp seni
hayata geri döndürmek için didinen en sevdiklerine yeniden uçurumdan atladığını
itiraf etme gerçeği. Eğer çok mutlu bir anı savaşacak gerçekler varken kaçarak
yaşadıysak, pause tuşuna basmak da o kadar zor olur. İlelebet sürecek bir mutlu
şarkı ya da an istiyorsak önce vermemiz gereken savaşı vermeli ardından huzurla
o ana kendimizi bırakmalıyız.

Defne ile Ömer de
barıştıklarından beri pembe bir bulutun içinde, bir güzel şarkıda ya da
andaydılar. Ama hayat ne yazık ki bir ütopyadan ibaret değil. Hele biz Türk
milleti bu bölümde Seda’nın da dile getirdiği gibi mutlu olmaya pek alışık
değiliz. Çok mutlu olunca hemen şaşırır, kötü bir şey olacak diye kendimizi
hazırlarız. Hayat da budur işte. Hep güzellikler olmaz, bizi biz yapan güzel
şeyler kadar zorlu süreçler vardır. Bazen sonuç noktasına güzel manzaralı bir
yoldan gideriz, bazen de engebelerin olduğu bir yoldan. Eğer bize düşen
engebeler ise, demek ki hayattan daha öğreneceklerimiz vardır karakterimizin
oluşması ve kendi mucizemizi yaşamak adına. Defne ile Ömer’inki de birlikte
olacakları o güzel hayat öncesinden birçok acı yaşamak zorunda kaldılar. İkisi
de kendi yaralarıyla bu aşka dalmışlardı, üstelik bir oyunla… Bu nedenle
yollarının dümdüz olması beklenemezdi. Ama Ömer’in de Manisa’da dediği gibi şu
anda bu durumda olmalarını sağlayan, kusurlarıyla birbirlerini daha çok
sevmelerini sağlayan da bu engebelerdi. Ve işte aslında bir nevi beraber
kuracakları yuvada oyunsuz bir hayata başlamaları için son düzlüğe gelmişlerdi.
Sezon başından beri Defne’nin ayrı kaldıkları sürede yaşadığı acıları farklı
ağızlardan dinlemiş, onun tekrardan başlama korkusunu görmüş ve anından yeniden
cesaretini toplayarak bu aşka atılmasına şahit olmuştuk. Defne cephesinde
olaylar bir şekilde çözülmüştü. Şimdi ise bu son düzlükte önlerin iki engel
vardı: Ömer’in nedeni bilinmeyen atakları ve Defne’nin ailesi.
Öncelikle şunu
söylemeliyim ki; dün akşamki bölüm çok dram ve gergin olsa da bize aktarılanlar
beni çok ama çok etkiledi. Bize 64 bölümdür karanlık bir tarafı olan, biri
sevdiğinin arkasından iş çevirdiği için duvarları yıkan, gergin olduğunda eli
tutmayan, hatta sinirlendiğinde camı ve etrafındaki her şeyi indiren bir Ömer
tanıtıldı. Bu karanlık ve buz şelalesi adama sevdiği kadın tarafından
evlendikleri gün büyük bir gerçek açıklandı. Bir yıldır bir oyunun
içerisindeymiş. Sevdiği kadın ona yalan söylemiş, oyunun kurucuları ise ailesi.
Böyle karanlık bir adamın, böyle büyük bir gerçeğin ardından geçirdiği günleri
hayal bile etmek çok zor. Bize yansıtılan her ne kadar İtalya’da yarı sarhoş
bohem hayat gibi gösterilse de; ben ilk günlerin bununla ibaret kaldığına
inanmakta zorlanıyorum. Onun gibi karanlık tarafı olan birinin gerçeği
öğrendikten sonra yaşadıkları bence tahmin edebileceğimizden bile kötüydü.
Defne’nin çektiği acıların yanı sıra onun da o dönem neler yaşadığını bilmemiz
gerekirdi. Bıraktığı izleri... Ve o günlerde yaşananlar her neyse bıraktığı
izler de en az Ömer’in tanıtıldığı karakteri gibi karanlıktı. Yaşadığı anlık
travmalar, gece gördüğü kabuslar ve daha bilmediklerimizi Defne yaşasaydı
garipserdim, ancak Ömer gibi birinin yaşadığı onca şeyin ardından geçireceği
türden bir travmaydı önümüze koyulan. Tertemiz bir başlangıç adına bu
travmaları da yenmemiz gerekiyordu. Tıpkı sezonun başından Defne’nin
korkularını hep birlikte izleyerek yendiğimiz gibi...
Yazı devam ediyor...