Ömer’in her yarattığı koleksiyonda, Defne’yle aşklarının o
anki evresinin ana etken olmasını çok sevdiğimi söylemiş miydim? Çünkü bu tasarım işi
aklındakiyle duygunla alakalı bir şey. Tasarım sürecine tanık olduğumuz ilk
koleksiyonda, “Ben eminim artık.” diye girdikleri yolun o ilk evrelerinin
heyecanı vardı. “Bir çift ayakkabıyla
aşkı anlatmak istiyorum. Aşkın insanın duruşunu nasıl değiştirdiğini anlatmak.
Aşkla gelen o pırıltıyı… Heyecan, ayakların yere basmaması, uçmak, rüzgara
kapılıp havalanmak.” Dağ evinde terk edildikten sonra yaratılan kış
koleksiyonunda da, Defne’nin o zamana kadar Ömer’e yaşattığı ve hissettirdiği her
şey mevcuttu. “Ayağımıza inen yıldızlar,
acıyla var olan aşk, alevlerin saklanması, içerideki alevin dışında kalan mat
ve tok duruş…” Ama bu koleksiyon, tıpkı Ömer’le Defne aşkı gibi yarım
kalmıştı. Sonrasında tüm “yarım kalanlar,
kafa karışıklığı, hayaller, beklentiler, ihtimaller ve heyecan”, az zamanda
büyük işler başarmalarını sağlamış, yeni bir koleksiyon yaratılmıştı. İkinci
şans koleksiyonunun anlamıysa zaten malum; Ömer o kadar çabalayıp da nihayet
gerçekleştirdiği lansmanda, Defne de ona ikinci şans için kapılarını açmıştı.
Ama galiba en güzel ve de özel koleksiyonu şimdiki olacak. “Daha nude tonlara
yöneleceğiz. Daha kendiliğinden, daha yalın; asil, zarif ama bir o kadar da doğal… Çıplak ayaklı kontesi düşünün. Yüzüne vuran
serinlik, aşkı koklamak. Böyle her şeye rağmen en olağandışı durumlarda bile
aşık kalabilmek. Kendini aşık hisseden bir kadının en sıradan halinde bile
şahane ve güzel görünmesi. Sadelik…” Sevdiği kadının kendisi için
ayarlanmış bir kiralık aşk olduğunu öğrenmesi gibi en olağandışı durumda bile
aşık kalmadı mı Ömer de? Aşkın serinliği yüzüne vurdukça, kokusunu içine çektikçe Defne de en
sıradan haliyle bile şahane ve güzel değil mi? Ayrıca kimse beni, o ilk cümlenin
öznesinin Defne değil de, ayakkabı olduğuna da inandıramaz. Yalınlığın kattığı
kendinden emin duruş ve bir kontes kadar asil dururken, özündeki doğallığı da muhafaza
etmek tam da Defne’yi anlatan ifadeler.
Bebekli İplikçi ^.^
Bugüne kadar Defne ile hep empati yaptım, olaylara hep onun
gözünden bakmaya çalıştım ama buraya kadarmış! Bu sefer bir konuda son derece
keskin bir şekilde ayrılıyorum kendisinden; sakal! Ömer’in Roma’da uzattığı
sakallarla yarattığı imajın bende çok olumlu bir etkisi olduğunu
söyleyemeyeceğim. En başından beri o sakalların kesilmesi taraftarıydım ve
kesildiğinde de çok rahatlamıştım. Ama şimdi Defne yeniden uzatılmasını istedi!
Allahıııım ne büyük acılar bunlar? Ama Ömer’in ve dolayısıyla da olayın bizzat
muhatabı Defne kız istedikten sonra benim boynum da bu talep karşısında
“kıldan” incedir. Güzel kızıl saçlarının, Ömer’in sakallarına daha çok
takılmasını istiyorsa demek ki… Benim için fark etmez, sen mutlu ol ne olur
Defne.
Nasıl olsa beni minik İso’nun şirket maceraları sonsuz mutlu
ediyor. Zaten İso da, şirkette, evde olduğundan çok daha mutluydu. Evde son
derece ciddi takılan çocuk, şirkete gelince etrafa gülücükler saçtı resmen. (Maşallah minik Ege'ye.^^) Bir
ara Koriş’in sonu gelmeyen monologlarından dolayı içi geçer gibi olsa da, onun
kucağındayken keyfi yerindeydi. Ama esas, halasından hikayesini onca dinlediği
kralın kucağında katıldığı toplantıda yüzünde güller açıyordu. Ömer şanslı;
Topallar'ın evinde ondan taraf olanların sayısı artıyor. Gerçi Esra ve minik
İso’nun evde henüz oy hakkı olmayabilir ama iki çocuğu da kendinden taraf
olmaya ikna edecek güzel kalbe sahip olması da, zamanı gelince ev ahalisinin
fikrini olumlu yönde etkiler diye umuyorum.
Hepimiz İso’cuk sayesinde, Ömer’e babalığın çok yakıştığı
konusunda hemfikir olduk sanırım. Tam da bu hayalin gerçekleşme ihtimalinde
bıraktık Defne’yle Ömer’i de. Defne’nin Ömer’in üstüne ilk yürümesiyle başlayan “muhtemel
aşk” maceramız, bir başka "cüretkâr Defne" saldırısıyla misyonunu tamamladı çok
şükür. Bakalım bizim hayallerimizin de ötesine geçebilecekler mi? Çay içmeyiz değil
mi?
*Oruç Aruoba