Henüz ruh hastası değilim ama bu dizi yüzünden manik
depresif olma yolunda ilerleyeceğim galiba. Bir sürü duyguyu peş peşe, hepsinin
de hakkını öyle vererek yaşatıyorlar ki; duygu skalasında bir uçtan diğer uca
hızla sürükleniyorum. Bir an midemde kelebekler uçuşurken, bir an sonra kalbime
filler oturabiliyor. Ya da henüz gözyaşlarım kurumadan, kahkaha atmaya başlayabiliyorum.
Mesela sırrı yüzünden Ömer’in uykuları kaçtığında kalbim sızlıyor,
endişeleniyorum. Sonra Defne’yle bir sarılıyorlar içim eriyor, bulutların
üstüne çıkıyorum. O amaçla işe koyulmasa da Defne’nin fantezilerini süsleyen
“tamirci” Ömer’in, Defne’nin odasındaki fırsattan istifadeciliği beni
heyecanlandırırken, minik İso’nun şirket maceraları aralıksız güldürüyor. Ve
tüm bunlar sadece 2 saat içinde gerçekleşiyor.
Ama beni Defne’nin gerçekleşen hayali kadar etkileyen ve
duygulandıran bir diğer şey de Ömer’in yalnızlığı oldu. Ömer’in Roma’dan
döndüğünden beri aceleci tavırları vardı ve ben de bu aceleciliğini hep
eleştirdim. Çünkü geçen zamanda açılan yaraları göz ardı edip her şeyin hemen
eskisi gibi olmasını isteyen tavırları, paramparça olan kalbi yüzünden hâlâ acı
çeken Defne’yi daha da uzaklara kaçırıyordu. Sonra şükür ki bunu biraz
törpüledi, sabretmeyi öğrendi. Ama aynı acelecilik aileyle konuşması hususunda
da kendini gösterdi. Bence bu ısrarı yine yanlıştı fakat ben bunun ve önceki
aceleciliğinin nedenini bu bölüm anladım. Defne’yi ailesiyle konuşamadığı için
suçlamasına hak vermedim, fakat yalnızlığını ve Defne'sizken nasıl bir yoksunluk
hissettiğini daha net hissettim. Geçen bir yılı telafi etme ve yalnızlığına son
verme isteğiyle Defne’yi artık bir an önce yanında görmek istiyor. Bu istekte
bence; onu uykusuz bırakan kabuslarını, Defne’si yanındayken görmeyeceği, zihnini
kemiren sırrının sesini Defne’yle susturabileceği inancının da payı var.

Borç yiğidin kamçısıdır derler!
O aslında hep yalnız bir adamdı. Çevresinde sevdiği üç beş
tanıdığı, amcası ve yengesi vardı sadece. Sadri Usta dışındakiler de onun
içindeki “öteki Ömer’i” tanımıyordu. Yani Ömer’in gönlünü açabildiği, kimsenin
bilmediği tuhaf huylarını ve sırlarını paylaşabildiği, kendini sakınmadan ve
duvarlar örmeden aktarabildiği kimse yoktu. Defne onun için, içinde yıllardır
biriktirdiği sevgiyi ve sevme kabiliyetini sunabileceği en doğru kişiydi. Defne
hayatına girdikten sonra, yavaş yavaş çoğaldı ve aydınlandı Ömer. Ancak günün
birinde tüm ışıklar sönüverdi, eskisinden de koyu bir karanlığın içine düştü.
Yeniden aydınlanma isteğini ve gücünü kendinde bulup da
Defne’ye “Yeniden benim Defne’m olmanı
istiyorum.” diyebildiği zaman da Defne’nin onu aydınlatmaya gücü yoktu.
Şimdi var! Ancak, haki gömleğin kadınlar üstündeki etkisini Defne’de
kullanmaktansa, yeniden Defne’yle birlikte olmak istediğini söylemek için gideceği Türkan Teyze’de kullanmayı tercih eden Ömer, daha evden çıkmadan
durdurulunca, Defne’de o gücün olmadığına kanaat getirdi. Halbuki Defne o kadar
net ki, ne istediğini ve nerede durduğunu o kadar iyi biliyor ki; gecenin bir
vakti Ömer’in evini basıp çatır çatır kavga etmekten ve haki gömleğin önünü
çatır çatır açmaktan (Evet düğme değil, çıtçıttı onlar.:)) hiç çekinmiyor. Tıpkı
Yasemin’in eziyetlerinden bıkıp da Ömer’in evindeki tüm bardakları kıran, yahut
İz’le Marsilya’ya gideceğini öğrenince dellenen, bir zamanların Defnesi gibi
güçlü ve cesur.
Aklında “Ömer beni yeniden üzer mi?” diye en ufak bir
soru işareti olsa, o uçurumdan yeniden atlamayı zaten göze alamazdı ki. Yalnızca
onu çok seven, acısıyla perişan olan insanları, özellikle de üzerinde onca
emeği olan yaşlı anneannesini üzmekten, yeni bir çatışma yaratmaktan korkuyor. Gerçi
eninde sonunda bu olacak ve eminim ki bu fırtınayı da yine birlikte el ele
atlatacaklar.
Yazı devam ediyor...