Defne deseniz
artık bir lojistik müdürü. İstediğini rahatlıkla yapabilir ve ayakları üstüne
basıyor. Çekinmeden, özgürce yaşıyor her şeyi. Öyle bir ruh hali içerisindeki
kapıdan kovsan bacadan girecek durumda. O kadar heyecanlı, özlem dolu. Sokakta “ey aşk sen nelere kadirsin” diye
bağırabiliyor örneğin. Artık cesurca önlerinde hiçbir engel kalmadığını dile
getirebiliyor. Ofiste ufak bir öpücük kaçamağı ile akşam yemeği teklifi
yapabiliyor. Hatta insanlar ondan Ömer’i ikna etmesini isterken yine aralarına
farklı insanlar sokmamak adına güzel bir tiyatro oyunu sahneleme fikrini ortaya
atabiliyor. Bu oyunu sahnelerken de çok ama çok başarılı bir şekilde akşam
yemekte olacakları konuşarak bizi güldürmekten öldürebiliyor. Kendisinin motive
etme ve ilham verme görevine sahip olduğunu biliyor.
Daha birkaç hafta önce “senin yanında kendim olamıyorum” derken
market arabasına bir çocuk misali tünebiliyor. Tabi önce merakla beklediğimiz
aldığı kahve makinesi ve sürekli almak istediği diğer hediyeler de cabası. Ve
ben bu özlerini değiştirmeden içlerinden ortaya çıkardıkları bu yeni insanları
çok sevdim. Onların bir yıl ayrı kalmasına neden olan insanları affedebilecek kadar
yüce kalpliler. Affedebilmek... Evet, Defne’nin özellikle de Ömer’in yaptığını
yapmak çok zor. Hangimiz yapabilirdik? Bu kadar dalavereden sonra herkesi
affetmek ve onları evinde ağırlamak; işte Kiralık Aşk’ın da bize verdiği mesaj
hep bu olmadı mı? Aşkın, dostluğun ve aile değerlerinin içerisinde önümüze
koyulan hayat dersleri.

62.bölümde dizinin ilk bölümden bu yana her anı yarım kalan ve üstüne
bir yıl da ayrı kalan bir çiftin büyük bir özlemle tüm yaşayamadıklarını
bir anda yaşama istekleri önümüze koyulmuştu. Her anlarını birlikte
daha önce yapamadıkları aktivitelerle geçirme arzusuydu onlarınki.
Ortaya çıkan her sahnede bir öncekinden daha şahane oldu..
Hayatta başımıza gelen her olayın, bizi götürdüğü bir varış noktası var.
Kiralık Aşk’ta da eleştirdiğimiz, kızdığımız ya da üzüldüğümüz her olay
beraberinde daha etkileyici bir sonucu getiriyor. Pamir olayı mesela. Yeniden
birbirleri için daha önce dayak yemekten bile çekinmeyen iki dostun yeniden bir
basketbol sahasında zeytin dolu uzatmasına vesile oldu. Ya da çok kızdığımız
Neriman’ın yaşananlardan sonra yeniden Kiralık Aşk oyunu kurması bir nevi yarım
kalan yüzleşmelerin yaşanıp herkesi bir araya getirmek oldu.
Sabretmek...
Hayatımızın her geçen gün daha da hızlandığımız günümüzde aylar önce bu diziyle
hayatıma giren ve şu anda hayatımın her alanında kullandığım bir duygu.
Mucizelere inanmak da aynı şekilde. Küçükken okuduğumuz masalları büyüdükçe
unutmuştuk. Oysa şu anda dünyanın içinde bulunduğu durumu düşününce büyüklere
yazılan bu masallar hepimiz için kısa süreliğine bir kaçış oluyor. Aşka ve
dostluğuna inancımızı pekiştiren iki saatlik bir kaçış. Son iki bölümdür
Kiralık Aşk’ın bendeki yerini önümüze koyulanlarla daha iyi anladım. Ben bu
diziden farklı projelerde gördüğüm o popcorn tadındaki arkasında fon müziği
olan klişe sahneleri hiç beklemedim. Defne ile Ömer markette, Defne ile Ömer
mutfakta vs. Gibi. Evet, bazen nefes almak adına bu sahneler içimizi ısıtıyor.
Hele bu bölüm yüzümde aptal bir gülümsemeyle izledim her sahneyi. Fragmandan
gelen heyecan, her an artarak devam etti. Gerilimlerin ardından şeker
tadındaydı her an, her saniye... Defne ile Ömer’in arasındaki ahenk, uyum ya da
her neyse bu bölüm hiç olmadığı kadar gün yüzüne çıktığı doğallıklarıyla. Ancak
Defne ile Ömer’i özel yapan masalda da anlatıldığı gibi konuşmadan, hayatın
önümüze koyduğunu engelleri birlikte aşmaları, içlerindeki o derin duygular.

Dizinin başladığı ilk günden bu yana Kiralık Aşk oyunundan dolayı çok içten yaşamalarını arzu attığımız birçok sahnede bir şey eksik hissi etrafımızı sarıyordu. Bazen bunun için “Diyalog
yok.” eleştirisi yapıldı, bazen oyuncuların duyguları aktarmadığı söylenildi.
Ancak asıl amaç bu kadar temiz iki insanın ortada oyun gibi bir durum varken
her şeyi doyasıya yaşamalarının ters olmasıydı. Eğer Defne oyuna rağmen bu
bölümde gördüğümüz gibi mutlu, içten ve kendi olsaydı; o zaman karakterine
ihanet etmiş olurdu. Son birkaç bölümdür birlikte resim yapmalarıyla başlayan
sahneler zincirinde, her zamankinden daha içten, gerçek ve tamamlanan anlar
gördük. Çünkü artık Defne’nin sırtında yük olan oyun yoktu, Ömer’in ise yokmuş
gibi davranmak istese de varlığını içten içe hissettiği bir engel. Tüy gibi
hafiflerdi artık. Bu hafiflikleri de geçirdikleri her ana yansıyordu. Tabi
yaşanmışlıklar da cabası. 14.bölümde dağ evinde Defne, Yasemin ile yaşadığı o
komik karşılaşma anını yaşarken Ömer ne kadar onun anlattıklarını
umursamıyorsa; şimdi ikisi aynı sofraya oturup Aytekin’inden tutun Ömer’den
korkan muhasebecisine kadar her türlü saçmalığı konuşacak konuma gelmişlerdi. Meriç
Acemi yazdığı birçok diyalogda yarım kalanların yaşanacağını dile getirmişti.
İşte biz o yaşanamayanların yaşıyoruz tam da şimdi. Defne ile Ömer gibi o
anlara özlem duyduğumuzdan ise içimiz kıpır kıpır, pek telaşlıyız. Ama eminim
bu bölüm başlayan “Zaman hiçbir şeydir,
şahane bir an yaşayana kadar” sözünü söyleten o şahane anlar zincirlerine daha
güzellerini katılacak. Belki de daha derinleşerek, anlamlaşarak... Defne’nin de
dediği gibi; “Cesur olmamak için hiçbir
sebebimiz yok artık!” Bu daha bir başlangıç. Bence hepimiz uçmaya hazır
olalım, ancak uçarken de ara ara oluşabilecek türbülansları da unutmayalım
çakılmamak adına... Sonuçta hayat bu. Yolumuz hep dümdüz olamaz, ufak engeller
hep olacak. Ancak işin güzel yanı artık tek rakibimiz hayatın ta kendisi, koca
bir sır ve onun yarattığı zincirler değil. Bu nedenle kemerlerinizi takın ve
nefesinizi kesecek anlara hazır olun derim...