"Sığınmak ellerine, sığınmak bir gece vakti."
Ömer’in, Defne’ye kavuşmak için aceleyle ve acemice attığı adımların Defne’yi daha çok üzdüğünü, haftalardır söylüyorum. Doğal afetler konusunda ne kadar bilinçsiz olduğumuzu gösteren kamu spotu tadındaki, dumanı alevi olmayan yangından kaçma çabaları yüzünden, Defne’nin yaralanması da artık bunun somut bir örneği oldu. Ömer, her şeyin bir yolu yordamı olduğunu, zaten eli güçlü olan tarafken biraz daha sakin davranması ve önceden bu eli rakibe açık etmemesi gerektiğini öğrenmiştir diye umuyorum. Neticede hayatın bir dur işareti olduğunu anladı. Öğrenmediyse de, ben bu kötü olay vesilesiyle birlikte geçirdikleri zamanı kâr sayacak kadar da faydacı bir insanım.

Çünkü belli ki ortada duran ve tam anlamıyla kavuşmalarını engelleyen İso mevzusunu konuşmaya niyetleri yoktu. Defne’nin “kural 2”yi işleterek nefes almak istemesini, dolayısıyla durumu Ömer’le sıcağı sıcağına konuşmaktan kaçmasını anlayabiliyorum. O ruh hali ve olayın sıcaklığıyla o konuşma, konuşmadan çok kavga olurdu. Ancak Sinan’ın evinde baş başa kaldıkları gece, birbirlerinin iç dünyalarına eğilmeleri ve durumu biraz daha irdelemeleri için şahane bir fırsattı. Çünkü insan bir yerden sonra neyin ızdırabını çektiklerini unutabiliyor! Hayır, madem İso’nun yarattığı engeli konuşmak yerine birlikte oldukları anın içinde eğlenmeyi tercih ettiler, bari bizi de eğlencelerine ortak etselerdi. Gıcık öğretmen gibi davranacağım ama, “Defne! Ömer! Kendi aranızda konuşmayın evladım! Komik bir şey varsa söyleyin de biz de gülelim!” Biz zaten aza kanaat eden bir sevdanın esiriyiz. Ömer Defne’yi düşünüp bacağı için buz getirdiğinde, sanki Antarktika’yı söküp getirmişçesine seviniriz. Defne seviyor diye aldığı çekirdekleri, kabuğu altın kaplama çekirdekmiş gibi mutlulukla karşılarız. Biz de birer bardak çay alıp, sohbetlerine eşlik etseydik ne olurdu?

İkisi de birbirinden keçi Defne ve Ömer’in durumu çözeceği yoktu, dolayısıyla düğümü çözen kişi Ayşegül oldu. Öyle kritik bir noktada devreye girdi ki, sonradan oyuna girip de maçı çeviren nöbetçi golcü Semih etkisi yarattı. “Bazı şeyler herkese göre yanlış olur ya, her yere göre, her zaman… Ama sana doğru gelir. İçin… İçin farklı söyler. “ İso’nun, Defne’nin de tüm çektiği acılara rağmen içinden taşıp gelen aşka engel olamadığını, kendi imkansız aşkı sayesinde anlayacağını biliyordum. Sevdiğinin acı çektiğini, gözyaşı döktüğü görünce içi parçalanan ama onu avutmak, sarıp sarmalamak için bir adım bile atamayan İso’nun çaresizliğine de çok üzüldüm. En az, Defne’nin ruhunun, onun yokluğunda gittiğini duyan Ömer’e üzüldüğüm kadar hem de.


"Başını göğsüme sakla sevgilim."

Geçen hafta İso ve Ömer’in yaşadığı hesaplaşmanın bir benzerinin Defne ve Ömer’in arasında yaşanmasını ben istemiyorum. Çünkü bence onlar o hesapları kendi içlerinde kapattılar, durumu çözdüler. Aksi takdirde ne Ömer mahcup ve hasret dolu halde dönerdi, ne de Defne ona kapılarını bu kadar çabuk açardı. “Neden geldin?”, “Neden gittin?”, “Bana bunu nasıl yaptın?” kısımlarını deşmek, karşılıklı birbirini suçlamak bu saatten sonra onları üzmekten başka bir işe yaramaz. Hatta bana kalırsa, İso’yla “bir büyüğe danıştıkları” sohbetteki gibi, geçen bir yıllık sürede ne acılar çektiklerini konuşmalarının da bir gereği yok.

Ama Defne’nin, dizlerinin bağının çözülmediği düşündüğü Ömer’in, bir yıl önce aslında nasıl da ipleri kesilmiş bir kukla gibi kalakaldığını bilmeye ihtiyacı var belli ki. Ömer, Defne’nin çektiklerini hep başkalarından dinliyor, onun acısını içinde hissediyor. Kendi ızdırabını da hep başkalarına anlatıyor; Sinan’a, Neriman’a, İso’ya… Belki Defne’yi daha fazla üzmemek için, korumak adına ona karşı çok dillendirmiyor olabilir ama, Defne’nin sanıları da bu yolla geçecekse varsın dillendirsin. “İncinirsin, yine de sen bilirsin.”** Ömer’in yalan bulutunun içinde nasıl debelendiğini, Defnesizliğin ondaki yakıcı etkisini duymak, daha çok üzülmesine yol açacak olsa da, yaşananları açıkça duyunca Ömer’deki tahribatı daha iyi anlar. Zaten azıcık ucundan duysa devamını dinleyemez. Çünkü o da Ömer’in acısını yüreğinde hissediyor.

Defne’nin bir de duymak istediği takdirler var. “Kendine kimsenin gözünden bakma, kendi gözünden bak. Kendi değerini kendin belirle. Senin kendine inanman önemli. Kimin ne düşündüğü değil.” tavsiyesi, üniversitedeki bir kulübün düzenlediği söyleşiye katılan iş adamı edasında verilen bir öğüt gibi dursa da, aslında kulaklara küpe yapılacak cinsten. Öte yandan kendi değerini kendinin belirlemesi gerektiğini vurguladıktan sonra Defne’ye tabii ki güvendiğini de ekleseydi Defne’nin merakını da gidermiş olurdu. Herkesin fikri önemli değil elbette ama Ömer de herkes değil. Her insan da sevdikleri tarafından takdir edilmek ister, gayet insani bir durum bu.

Bir kimsenin acısını yüreğinin ta içinde hissetmek, çok sevmeyi, bir olmayı ifade eder aslında. Onlar çoktan bir oldular. Araya giren zaman bile bu durumu değiştiremedi. Şimdi Defne’nin aralarındaki engel olarak gördüğü sorun da ortadan kalktığına göre artık bunun keyfini doyasıya çıkarma ve şahane anlar yaşama vakti geldi demektir.

*Aysel git başımdan, Attila İlhan
**Lavinia, Özdemir Asaf
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER