Sarıyer'de bir kahvede, çok delikanlı ve bir o kadar da cesur bir adam tanıdım günün birinde. Adı, İsmail'di. Ömrünce unutamayacağı bir hisle, karşılıksız aşkla tanışmak üzere, hayatının daha iyi günleriydi. Karşılığı olmayan aşkına aldırış etmeksizin, babasından yadigâr kahvesini, sevdiği kadının sevdiği adama devredecek ve karşılığında para talep etmeyecek kadar yürekliydi.
Benimle tanışmış olmasının uğursuzluğundan mıdır bilemeyeceğim, yeni girdiği çevredeki en 'kötü' kadına aşık oldu sonra. Öyle güzel seviyordu ki aşkıyla bu kadını iyileştirip, neredeyse bir prensese dönüştürdü. "İnsanın özü değişmez" dedikleri gibi, bu kadın İso'nun geldiği yerden ve kapasiteden bahsederek, onu yerin dibine soktu. İkinci kez karşılaştığı aşkla da yüzü gülmeyen ve gözlerinde iki damla yaş biriktiren İso için, tüm mahalle toplandık ve hayırlı bir aşkla karşılaşabilmesi için dualar ettik.
Cesaretinden ve yüreğinden öptüğüm İso, bir kez daha aşkla tanışmak üzereydi. Araya giren ve onu görmediğim üç ayı, hayatında bazı şeylerin değişmesini tüm kalbimle dileyerek geçirmiş olmama rağmen, üçüncü kez başına gelen aşk, bu sefer hiç beklemediği şekilde vuku buldu. Ayşegül, hödüğün tekiyle evli çıktı. Üstelik, İso bunu öğrendiğinde artık çok geçti, yüreğine kor çoktan düşmüştü. Yine de, her şeyi içine gömüp devam edebilecekken, Ayşegül'le karşılıklı hislerde buluştuğunu öğrendi İso.
Hayat sanki, İso ile sübliminal bir mesaj gönderiyordu bana: "Daha acısı ne olabilir?" deme sakın, öyle bir olur ki, şaşar kalırsın!
Gözlerinde biriken yaş kadar mutlu ol yüreği harbi adam, ne de güzel seviyorsun!
Ayşegül'ün, tüm cesaretiyle gidip hislerini dökmesi mi yoksa İso'nun Ayşegül ağladığı için kalbi parçalanırken, koşup sarılamaması mı daha zordur? Bu soru çok kazık yerden geliyor: hayatın içinden! Hani bazı soruların cevabı yoktur ya, aynen öyle bir durum işte. "Ölüm gibi bir şeydi ama kimse ölmedi"den hâllice... Oyunculuklarını ayakta alkışladığım Kerem Fırtına ve Gizem Denizci. İnandım, vallahi de billahi de ekran karşısında gözyaşlarımla eşlik ede ede, İso'ya kaderin hiçbir zaman gülmeyeceğine inandım. Daha fazla göstermeyin, dayanamıyorum.
İso'nun yüreğine düşen kor, onu delicesine yakıp küle dönüştürmek üzereyken, Ayşegül'ün cümlelerinde hayatının aydınlanmasını yaşadı. Aşk işte... Herkese göre, hatta sana göre bile yanlış olduğunu bile bile içine, ruhuna işleyen ve sana doğru gelen aşk... Bazen insan aynısını yaşamadan anlamayabilir. Ve Defne'nin yaşadığının aynısını yaşadığında onu anlayan İso, bir hışımla elindeki rakı şişesiyle, bin yıllık dostluğunun temellerini atmak üzere Ömer'in evine gitti. Hani başımıza gelen her şerrin bir hayrı da vardır ya, neredeyse Ayşegül'e teşekkür edeceğim.
Aşk işte... Yanlışmış, yasakmış, olmazmış dinlemiyor.
Birlikte büyüdüğü arkadaşlarına açamadığı konuyu, Ömer'le gelişi güzel konuşabilen, ona güvenen, anlayışına teslim olup fikir alan ve nihayet -çok şükür- özüne dönen İso'ya koskocaman bir kalp! Defne ve Ömer aşkının en büyük destekçisi olmaya devam etmesi adına, heyetimizin VIP köşesinde, uzun zamandır boş bıraktığımız koltuğunu, ona geri teslim ediyorum. Hayırla, uğurla inşallah. Çünkü muhtemel, yakın zamanda epeyce ihtiyacımız olacak İso'ya, Topal Ailesi elbet Ömer'in dönüşünü öğrenecek.
Defne'nin yaşadıkları da kolay değildi, Ömer'in yaşadıkları da... İkisi de acının en dibini görmüşlerdi çünkü aşklarının arasına giren cinler, ayrı düşmelerine sebep olmuştu. Defne her yeni güne uyandığında Ömer tarafından bir kez daha terk edilmişti. Ömer her yeni güne uyandığında, her şeyin bir oyunla başladığını öğreniyordu. Böylece aslında enkaza dönmüşlerdi ve birbirlerine ölesiye muhtaçlardı! Yüksek müsaadenizle, Ömer ve İso'nun konuşmasını, kişisel tarihimin en güzel dizi sahnelerinden biri olarak ölümsüzleştirmek istiyorum. Her şey yoluna girmişçesine hatırlanan düğün gününü, gözlerim dolu dolu seyrettim. Ömer geçen bir senede, tüm Kiralık Aşk'ı başa sarıp izlerken, İso'nun Defne'ye yaptığı kardeşliğin de hakkını kimse ödeyemez elbet.
Yazı devam ediyor...