Defne ve Ömer’in hayatından kayıp
bir “bir yıl” var. Çekilen acıları görmediğimiz, görmeyi de benim yüreğimin
kaldırmayacağı bir yıl… Ve ben o bir yılı birebir izlemeyi değil de, olmuş
olabileceklerin izlerinin peşinden gitmeyi çok seviyorum. Mesela Ömer’in
gördüğü kabus, Defne’den sonraki Ömer’in bir kısa filmi gibiydi benim gözümde.
Onu hayatta tutan ve hayatını aydınlatan Defne’nin ışığı sönünce, Ömer’in de
hayatı karardı, kaybolmuş bir çocuk gibi korktu. Başka
kimseyi değil, sadece hayatının huzur veren ve de aydınlık tarafı olan Defnesini görünce yeniden güldü
yüzü.
Aynı şekilde Ömer’in gidişiyle o depoda onun yokluğuyla baş başa kalan Defne
de, tam bir sene önce şu koskoca dünyada aynen o şekilde yapayalnızdı
muhtemelen. Sonrasında da yalnız kaldığını idrak edip bir şekilde kendi yolunda
yürümeyi başardı.
Seda’nın Pamir ve Ömer arasındaki
gerilim ile Pamir’in hisleri hakkında Defne’yle konuşması resmen “Defne
Pamir’in hislerini anlamaması olacak iş değil, ona açık kapı bırakıyor.” diye
düşünen kimi seyirciye, bir açıklama, bir bilgi notu şeklindeydi. Tıpkı
Şükrü’nün, Ömer’in “Albertine Kayıp” kitabını alırken harcadığı emeği Defne’ye,
kendisinin de Ömer’in doğum günü için aldığı “Gurur ve Önyargı” uğruna sarf
ettiği çabayı hatırlatarak ekstra açıklama yapması gibiydi. Söylemese de biz o
bağı ilk izlediğimizde kurmuştuk zaten. Ve Defne de söylemese de, hal ve
tavırlarıyla kendisinde elektriklerin kesik olduğunu, Pamir’den öyle bir ışık
görmediğini ve Pamir Bey’le mümkün olmadığını satır aralarında hep vermişti, en
azından anlamak isteyenler olarak okuyabilmiştik. O, “Ali topu tut!”
netliğindeki o konuşmayla da miyop olanlar için büyük büyük harflerle yazıldı.
Lokmalar ağzımda büyüdü -.-
Pamir Defne’nin o kadar umuru
değil, duygusal dünyasında o kadar yok ki, onun hisleri üstüne “sıkıcı Defne” hiç
kafa yormuyor. Tıpkı Ömer’in de Gallo’nun hislerinin farkında olmayışı gibi. Defne,
ortada kazandığı bir iddia olmasına rağmen, bunun sonucunda Pamir’den elde
edeceği menfaati veya alacağı karşılığı düşünmüyor bile. Ben iddianın karşılığı
olarak davete onunla gitmeyi isteyeceğini düşünmüştüm ama tabi ki yanıldım. Çünkü
Defne sonucunda yenmeyi ve karşılığında bir şeyler almayı hedefleyerek
girmemişti o iddiaya. Onun yegâne isteği Ömer’in haklılığının ispatlanması,
onun başarısına ve yeteneğine gölge düşmemesiydi. Yani mevzu her zaman olduğu
gibi Ömer odaklıydı; Pamir dolaylı tümleçti, Ömer ise konunun öznesi.
Bu bölümdeki Defne ve Pamir
sahnelerinden de bu nedenle zerre rahatsızlık duymadım. Defne’nin odağının Ömer
olduğu; aklının hep onda takılı kaldığı, onun için çabaladığı ve ona ulaşmak
için Pamir’le fiziken birlikte geçirdiği ama asla kafaca orada olmadığı zaman
diliminde sadece “katlandığı” o kadar netti ki, bana 12.bölümde Sinan’ın
arabasında Polonezköy’e gitmek zorunda kalan Defne’nin iç sıkıntısını
hatırlattı. Feryal’in de geleceğini öğrenince, yapılacak partiye sızmak için,
aslında onun yapısına hiç uymayacak bir şeyi yapıp Pamir’i kullandı ki bundan
hiç şikayetçi değilim. Pamir’le gittiği partide, içeri girip de Ömer’i gördüğü
anda, nezaketen de olsa Pamir’e herhangi bir açıklama yapma gereği duymadan
doğruca Ömer’e gitmesi, Pamir’i tabiri caizse sap gibi ortada bırakması, konulan bütün kurallardan daha çok zevk verdi bana. Pamircim
sen kitap konusunda zeki olduğu kadar pislikçe önlemini alırsın ama Defne yine de ilk
fırsatta Ömer’e koşar. İşte buna Ömer değil, bizzat Defne karar verdi, ne
diyorsun bu işe? Sıcak mı, açalım mı klimayı?
*Her gün seninle, Ümit Yaşar
Oğuzcan