Keşke bir yıllık acı dolu bir ayrılığın ardından en içten sözlerle “Geri döndüm, sana geldim. Yeniden benim DefneM olmanı istiyorum. Yeniden eskisi gibi olmak istiyorum” demek sevdiğimizin kollarını açıp bize sarılmasını sağlayabilse... Ancak nasıl bir anlık ilhamla çizilen ayakkabının başarısı çok kolay olmuyorsa, ne yazık ki ikinci şansı elde etmek de sihirli bir değnekle mümkün olmuyor. Hayatta kendi mucizemize ulaşmak için yol alırken zorluklar çıkabilir aşmamız gereken ya da koşullar değişebilir adapte olmamız için bizi zorlayan... İşte Ömer’in son zamanlarda yaşadığı karmakarışık aşk hayatı da tam da çizdiği İkinci Şans ayakkabı gibi. Size de ayakkabının başarısını kutlamak için arayanlara ve alkışlayanlara karşı Ömer’in “Ses getirmek için döndük” tavrı o içerisinde kendi tişörtünü bulduğundaki mutlulukla çok da benzer değil mi? “O da beni seviyor” gerçeğiyle karşı karşıya kaldığı andan itibaren Ömer kontrol edilmesi imkansız bir hızda koşuya çıktı. Hiç olmadığı kadar net bir şekilde istediklerini dile getirerek, hatta gerçekleri konuşarak. Çünkü biliyordu: Sevdiği de onu seviyor, o zaman hiçbir engel kalmadı. Tek bir şahane anla geçen zamanın anlamını yitireceğine çok emindi. Onun kafasında her şeye karar vermesi, Defne-Ömer aşkının yeniden başlaması için yeterliydi. Onun artık ikinci şansı vardı...
 
Hayatta çok zor ikinci şansa sahip oluruz. Özellikle de aşkta! Defne ile Ömer de işte bu şanslı azınlıktan. Ortada öyle bir aşk var ki; ne Pamir, ne 9 şiddetinde Marmara Depremi ya da kasırga yok edebilir. O aşk yaşanan her şeye rağmen hala yanmaya o kadar hazır ki; ikisinden birinin arkasını dönüp gitmesi hayatın ve kaderin ta kendisine ihanet etmek olurdu. Aşk öyle her gün sokağın köşesinde karşımıza çıkan bir duygu değil. Bir kere karşına çıktığı zaman da kolay kolay sırtını dönemez. Hele de o aşk karşılıklıysa dönmek sadece intihar etmek olur. İşte Ömer de o intihar tam eşiğinden dönmüştü. Üstelik Nihan’ın da dile getirdiği gibi ortada bu kadar büyük bir yalan varken gitmesi çok normalken... Ama aşk işte her şeyden üstün Ömer’in de İtalya’da kaldığı bir yıllık sürede fark ettiği gibi. Aralarındaki ruh birliği, aşk, ahenk her neyse o hiçbir şeyi kaybetmeyecek kadar değerli. Bu nedenle eğer ikinci şansa sahip olmuşsan, onu en iyi şekilde değerlendirmemiz gerekir. Tek bir hamleyle elde ettiğini sandığın başarı bazen eline yüzüne buluşabilir. Doğru düşünüp, en doğru hareket planını yaratmak gerekir. Hiç düşünmeden “Hediyeni beğenmişsin, catering işine girmişsin, gerçekleri konuşalım, birbirimizin eşyalarını sakladığımız kutulardan bahsedelim, yeniden biz olalım, Stil Vagonu’nuyla ilişiğini kesmeni istiyorum, Pamir meselesini de kapat, tamam aşağı in ama geri dön” gibi istenilen sonucu elde etmekte zorluklar yaratabilir.


 
Biz hatta Defne de çok iyi biliyor bu sözler art niyetle değil, tam tersi Ömer’in “Senin yanında daha iyi çalışıyor kafam, daha sakin oluyorum, daha üretken, ehlileşiyorum. Bütün kötü alışkanlıklarımdan vazgeçiyorum. Her şey daha güzel görünüyor gözüme.” de sözleriyle belirttiği gibi sadece Defne’nin yanında huzurlu hissettiği için dile geldiğini. Ama işte bazen yapılan yanlış hamleler, erken sevinmeler hatta kırılması çok zor bir kayayı “ben kırarım hemen ne olacak” diye düşünmeler hiç beklenmedik anda “Ben sanki senin yanında kendim olamıyorum. Uzun bir süredir bunu konuşuyorum. Senin yanında saçma sapan bir kız oluyorum. Kendimi kaybediyorum, asimile oluyorum.” cümleleriyle karşı karşıya kalmanıza neden olabilir. Oysa aslında Defne sadece ve sadece Ömer’in yanında asıl Defne oluyordu. Aradığı meslek asistanlık, tasarımcı ya da lojistik müdürlüğü değildi. Belki de onun hayatına gelme nedeni Ömer’in ilham perisi, ruhu, nefesi, aklı ve kalbi olmaktır. Yani Ömer’in Defne’si olmak. Ne de güzel söyledi İso: “Belki de gerçek Defo odur, Ömer’in yanındaki... Onun yanından kendini buluyorsun.”

Tam da işte bu. Defne gibi arıza kız için yaratılmış sert bir erkek. Bir elmanın iki yarısı. Ruh ikizleri. Birbiri için çarpan iki kalp. Defne’nin Ömer’i ya da Ömer’in Defne’si... Ama bazen ne yazık ki kalbimiz ya da aklımızdaki bazı bölgeler paslanıyor. Defne ayrı geçen bir yıl yüzünden hala tek ait olduğu yerin sevdiğinin yanı olduğunu fark edemiyor. Daha doğrusu çok da farkında ama korkuyor. Ailesi terk ettiğinden beri belki de hayatında ilk kez bir yere ait olduğuna inanan, bir rüzgar esse gitmeyeceğine emin olduğu adam terk edince yeniden o aidiyet duygusuna kapılmaktan deli gibi kaçıyor. Ancak kaçmak mümkün değildir. Hele de o aşk seni beyaz bir atın üstünde peşinden dört nala koşan bir kralın kalbinde takip ediyorsa... O zaman tamamen imkansızdır. Bu nedenle de ne kadar kaçsa, hep kendini ait olduğu yerde buluyor. Yeri geldiğinde bir çalışma odasında onunla resim yaparken, yeri geldiğinde o toplantı yaparken sessiz sakin bir şekilde sadece huzur vermek için onun yanında durarak. Bazen de kontrolü eline alıp daha önce her pes ettiğinde onu yeniden ayağa kaldırmak için “Sakin ol. Duş al, kahve iç bir şeyler yap.” sözlerini sarf ederek. Ya da yanında hiç kimse yokken gece yatağında “Allah’ım ne olur Ömer’e yardım et, bir an önce aklansın. İyi olsun artık, üzülmesin, ne olur!” diye dua ederek. İşte böyle anlar ve bir saniyelik çok kısa bir öpüşmedir aşktan kaçmak için boşuna uğraştığını sana hatırlatan. 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER