“Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman
bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek
cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır?”* Bence doğru bir
tespit yapmış Sabahattin Ali. Bu biraz da cesareti nasıl anlamlandırdığımızla
ilgili aslında, çünkü göreceli bir kavram. Sonunu öngörebildiğimiz şeylere cüret
etmek cesaret sayılmaz bana göre. Gözü kapalı, sonunu düşünmeden veya
kestiremeden bir işe girebiliyorsak gerçek cesaret odur, biraz da delilikle
dirsek teması içindedir. Aşık bir insan da bu açıdan baktığımızda son derece
cesurdur. Mesela karşılığı olup olmadığını bilmeden ilan-ı aşk etmeye
kalkışmak, bungee jumping yapmak kadar cesaret ister. Kolay mı, sonunda
mutsuzluk mu yoksa güzel bir aşk mı yaşayacağını bilmeden böyle bir şeye
atılmak?
Ömer’in hayatı Defne oldu. O
yüzden Sinan, hayat nasıl gidiyor diye sorduğunda, Ömer de Defne’yi anlattı; korkak,
kırılgan, şirin… Nihan da ona korkak dedi gerçi. Peki sahiden korkak bir kadın
mı Defne, hiç mi cesur tarafları yok? Kaç kişi sonunu düşünmeden böyle bir
oyuna girebilirdi? Kaçımız defalarca yaralanmayı göze alabilirdi? Bu engelli
bir koşu aslında. Zamanında Defne’nin önüne konan bir sürü engel vardı. Çoğunda
takılıp düştü, yaralandı. Ömer’in gözüne görünmedi o engeller tabi, bilemedi o
yüzden Defne’nin neden yaralandığını. Sevgisiyle iyi etmeye çalıştı hep. Ama
kimi zaman da o engelleri bilmeden kendisi yarattı. Defne onları görünce
kaçmadı, gücü yettiğince cesurca direndi. Gazla mazla da olsa hep çalıştı.
Sinan’ın dediği gibi; “Aşktan Ömer… Kız
seni öyle bir sevdi ki, ne kaçabildi, ne gidebildi. Dönüp dönüp geri geldi.
Yaprak gibi durdu rüzgarın önünde. Bazen düşünüyorum biz yapabilir miydik
diye.” Artık bu sorunun cevabı Ömer’de, “Bilmem…” değil, “Evet!” olacak, hem de
en inançlısından. Şimdi sıra onda,
artık onun önünde aşılması gereken kocaman bir engel var; Defne’nin paramparça
olan kalbi…

Burada bir yerde bir kutu varmış, ona bakmak için yine geleceğim.
"Kırılgan bir
çocuğum ben
Yüreğim cam kırığı
Bütün duygulardan
önce
Öğrendim ayrılığı
Saldırgan diyorlar
bana
Oysa kırılganım ben
Gözyaşlarım mücevher
Saklıyorum herkesten”**
Ömer’in ikinci tespiti ise çok
doğruydu; Defne artık son derece kırılgan bir kız çocuğu. Her seferinde aynı
yerden kırılan, hep ayrılığı ezber etmiş kalbinin parçalarını iyi kötü bir
araya toplamıştı, gözyaşlarını kimselere belli etmiyordu. Ama Ömer geri geldi
ve o “tamam” olan hayat, yeniden darmadağın oldu. Çok sevmekten ziyade hep
sevmektir aslolan. Hep sevmek ve bunu karşındakine hissettirmek… O paramparça
olan, yara bere içindeki kalbi, sevgisinin hep sürdüğünü Defne’ye ispatlayarak,
onarmak Ömer’in elinde. Defne bu mücadeleye değer, ilk engelde vazgeçmek olmaz!
Ömer, ayrı geçirilen bir yılı telafi etme peşinde, tek bir gün kaybına bile
tahammülü kalmadı. Aceleci tavrı da bundan kaynaklanıyor. İçi acıyarak “Olmadı,
olmayacak belli ki.” derken, Defne’de bittiğini zannettiği için, onu rahatsız
etmemek, üzmemek adına özgür bırakmak istediğinin, bir zamanlar "Korkma, ben varım!" demişken şimdi de rahatlatmak için "Korkma, ben gidiyorum." dediğinin farkındayım. Ama her şeyin
bir anda olmasını bekleyemeyiz ki be Ömer. Sadri Usta’nın deyimiyle, senin
duymayı bile içinin kaldıramayacağı, baş edemeyeceğin bir hali Defne bizzat
yaşadı. O yüzden "zaman sadece birazcık zaman/geçici bu öfke, bu hırs, bu intikam..."*** “Zaman hiçbir şey, şahane
bir an yaşayana kadar.” dedin, unutma.
Defne şu an o duvar yazısının sorusuna cevaben kendini
seçiyor. Tıpkı Ömer’in evliliği iptal ettirip gittiği zamanki gibi kendini, kendi
gururunu ve kırılmış kalbini düşünüyor. Geçen sezon Ömer nasıl temkinli ve
güvenli bölgeler arayarak sevdiyse şimdi Defne de aynı durumda. Hâlâ çok seviyor,
ama aklı ona bu sefer önce kendi kalp güvenliğini sağlamasını öğütlüyor.
Saldırgan tavrı da kırılgan kız çocuğunu koruma çabasından. Ama nasıl ki Ömer
sonunda kabuğunu kırıp kendini değil de Defnesini, yani aşkı seçti, Defne de aynısını yapacak.
Yazı devam ediyor...