Pamir, sıcağı kaldıramayan, zora
gelemeyen, serini seven biri. Oysaki Defne bir ateş parçası! Pamir’de o ateşte
yanmaya cesaret edebilecek büyük aşık potansiyeli de görmüyorum. Kendini
zorlayacak, kötülüğe, bilerek ara bozmaya girecek hamleleri yapacak biri gibi
de durmuyor. Daha çok işin eğlencesinde gibi gözüküyor ve yeri geldiğinde geri
çekilip “rakibinin” mantıklı teklifini kabul etmeyi de biliyor. “Buna Defne
karar vermeli.” dedikten sonra o kararı etkileyecek arabozucu, kötücül hamleler
de böyle bir insana zaten yakışmaz. Hem artık oyunun kurallarını Defne
belirleyecek, edilgen olmayacak. Defne o kararı özgür iradesiyle verip, Ömer’e
karşı hisleri olduğunu ve ondan hala etkilendiğini, onunla -terk edilmeyeceği
bir düzende- yeniden birlikte olmak istediğini Pamir’e bir şekilde
yansıttığında veya hissettirdiğinde Pamir’in hâlâ akıl karıştırmak için
Defne’nin etrafında olması da ona yakışacak bir tutum olmaz. Olursa da böyle
bir durumda kendisiyle külahları değişiriz, babamın oğlu değil ya…
Pamir yaşananlar için “Adı üstüne; geçmiş…” dedi. Defne ve
Ömer’in bir geçmişi var, ama bir şeyin “geçmiş” olması, her zaman “bitmiş”
olduğunu da göstermez. Bugüne etkisi olmayan geçmiş olabilir mi? Bugünkü Defne
geçmişin, özellikle de Ömer’le geçirdiği geçmişin sonucu değil mi? Hikaye eski
fakat gözyaşı yeni olduğuna göre ortada “geçememiş” bir şeyler de var demektir.
“Tavşan kardeş”in dili bitti diyor olabilir çünkü kendini buna inandırmak
istiyor. Ama kalbi öyle söylemiyor. Zaten o da kalbinin bu sesini duyduğu ve
onu bastırmak istediği için “Bitti!!” diye defalarca haykırdı ya “koca ayının”
yüzüne.
Pamir’le Ömer’in bardaki
restleşmesinde en sevdiğim noktaysa; Pamir’in bu aşkı Ömer nezdinde sorgulayışı
ve yaptığı tespitlerdi. “Siz biraz kader
kurbanı olmuşsunuz. Yani bir suçlu aramaya gerek yok. En azından ikiniz
arasında…” tespiti Ömer’in şu anki kafa yapısını özetler nitelikteydi.
Defne ve Ömer’in arasında yaşanan bir rekabet, bir çekişme değil; en güzelinden
bir aşktı. Dolayısıyla onlar da rakip değil çifttiler. Bir eldivenin, bir
ayakkabının iki eşi gibiydiler benim gözümde; öylesine denk öylesine farksız...
Aralarında bir fark görmediğim için onları suç terazisine koyup tartmayı, ayrım
yapmayı da abes buluyorum. Defne, Ömer’in “içi” yahu, nasıl ayırabiliriz? Ömer
onu kendi içinde aklamışken, meseleye artık oradan baktığını ve onu suçlamadığını
söylemişken, biz nasıl suçlayabiliriz? Yaşanan duygu yoğunluğu sebep-sonuç
ilişkisini ortadan kaldırdı işte. Ömer’in aşkı ve özlemi prensiplerinden ağır
geldi, dolayısıyla kalbindeki ibre de suçlamaktan anlamaya doğru döndü.

Benim arkamdan koca ayı demişsiniz ya, ayıptır!
Bu da tabi ki Defne’nin aşkından
ve yaşadıklarının gerçekliğinden her zaman emin olmasından kaynaklanıyor.
Ömer’in ağzından “Biz Defne’yle çok
gerçek şeyler yaşadık. Ben hiçbir zaman Defne’nin aşkından şüphe etmedim.”
cümlesini duymak o kadar güzeldi ki… Ömer’in ne olursa olsun bu aşktan şüphe
etmeyeceğini defalarca söylemiş biri olarak, bunu bizzat Ömer’in ağzından duyunca
çok mutlu oldum.
Yalnız bir durumdan cidden
rahatsızım ki bunu belirtmem lazım. Ömer’in zaman zaman evinde hazırlandığı,
giyindiği anları izliyorduk. Dizinin başından beri bu bir ritüel gibi bir şey
olduğu ve birkaç bölümde bir yaşandığı için çok umurumda olan sahneler değildi.
Ne bayılıyordum, ne de sinir oluyordum, nötr yaklaşıyordum. Ama bu bölümde hem
Pamir’i hem Ömer’i, iki posta halinde, üstelik de ağır çekimde giyinirken
görünce illallah ettim. Altı üstü bir gömlek, bir ceket giyiyorsunuz beyler, bu
ne hava? Bu sahnelerin varlık sebebini anlayamadığımdan ötürü azalarak değil
birden bire bitmesini, çok elzemse sadece Ömer’e üç beş bölümde bir yazılmasını
temenni ediyorum.
“Ürküyorlar
gözümdeki ateşten
Ürküyorlar dilimdeki zehirden
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen
Gözü kara cesaretimden”**
Defne’nin bir yılbaşı hediyesi
olarak iade ettiği kalemle gerçekleştirdiği meydan okumanın bir benzerini Ömer
de şema üzerinden gerçekleştirdi. “Benimle çalışacaksın, hem de benim odama
gelip! Deplasmanda yani..." vs “Korkuyorsun, benim evimde, benim yanımda
olmaktan…” Defne de Ömer gibi bunun karşılığını verdi. Ne demiştim en
başta? Gerçek cesaret, sonunda ne olacağını bilmediğin bir şeye kalkışmaktır.
Defne de orada ne yaşayacağını bilmeden, belki de kendine hakim olamayacak
olmasına rağmen kalktı gitti Ömer’in evine, cesaretini ispatladı. Şimdi bakalım
Ömer’in cesareti var mı Defne’nin yaralarıyla baş etmeye, acı geçmişle yüzleşmeye?
*Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali
**Kırılgan, Murathan Mungan
***Gidiyorum, Sezen Aksu