“Onu bir an evvel kollarımın arasında tutmak... Yahut
sadece yüzüne bakmak, uzun uzun ellerini okşamak ve artık beraber, her zaman
için beraber olduğumuzu bilerek karşı karşıya oturmak... Bu artık bir hakikattir,
halbuki ben şimdiye kadar bunu tahayyül etmekten bile çekiniyordum.”
Sabahattin Ali
Hayalini kurdukları şelalenin kenarında geçmişin içinden
çıkıp gelen iki çocuk. Aşk, bir zamanlar Şahin ve Nare için hayal edilmesi bile
imkânsız bir duyguydu. Ama artık değil. Bir şekilde o suyun kenarına
varabiliyorlarsa hiçbir şey imkânsız değil.
Parmak uçlarında biriken heyecan, gözbebeklerindeki ışıltı,
yüzdeki gülümseme, titreyen eller… Sadece çok beklediğiniz, yıllarca
beklediğiniz birinden aldığınız bir evlenme teklifi değil de yeni bir hayatın
başlangıcı gibi. Olmazların inadına kurulan bir hayalin gerçekleşmesi gibi. Bu
yüzden içinde bulundukları an gerçekleştiği değil, gerçekleşmesine hala
inanılamadığı bir andı.
“Bekledim çünkü biliyordum.” Öyle bir bilmekti ki kimseye
açıklayamayacağınız, kendinizin bile anlamlandıramadığı, ne kadar zaman geçse
de bitmeyen, tükenmeyen aksine artan içsel bir eminlik gibi. Yüzüğünü parmağına
taktığında ettiği yemin gibi mühürlemiş kalbine. Herkesin sus dediği yerde
içinde hep bir şey konuşmuş Şahin’in. Bu yüzden kalbinin bir köşesi, en
karanlık anlarda bile umut ışığını söndürmemiş. “Senin o gülümsemenle bana
geri döneceğini hep biliyordum.” Yıllarca söyleyemediği cümle nihayet yolunu
bulmuş gibi. Nare’nin gülümsemenin hatırası bile yokluğunun en keskin
zamanlarında içini ısıtmış, geçmeyen günlerini geçilebilir kılmış. Bir inanç
gibi beklemiş hep, tapar gibi.
“Şu an yine kalbim çocukken nasıl atıyorsa öyle atıyor.”
Bazı kalp atışları; zaman geçse de ritmini kaybetmez. Sadece
bekler. Doğru anı, doğru yeri, doğru kişiyi, o kişiyi hep bekler. Sadece bir
teklif veya bir evlilik diyemem bu yüzden artık eş olmalarına daha çok
tamamlanmak diyebilirim. Yıllardır atan kalbinizin, kalp atışlarınızın anlam
kazanması gibi. Herkesin karşısında dimdik duran, yeri geldiğinde eline silah
alan Nare’nin, Şahin’in diz çökmesiyle adeta bir kuş gibi titremeye başlaması,
bir gün önceden çatışmadan çıkan tüm hayatı güç mücadelesi olmuş Şahin’in yüzüğü
Nare’nin yanlış parmağına takacak kadar heyecanlanması… Hala çocuk olan
kalplerinin varlığını kanıtlar gibi.
Şahin ve Nare’nin hikâyesinin en dokunaklı yeri aşkın sadece
bugüne değil, geçmişe ve geleceğe de kök salabilmesidir belki de. Birlikte
kurulan bir hayalin yıllar sonra gerçek olabilmesi. Sevdiğinizin ellerini
tutabilmenin, yüzüne bakabilmenin, onunla sessizce oturabilmenin ne kadar büyük
bir zafer olduğunu anlatıyor her sahneleri. Çünkü o sessizlikte, birlikte
atladıkları sudan çok daha derin bir şey saklı, geçmişleri.
Suyun akışı gibiler sessiz ve derin. Anıları Hasankeyf gibi
birçok suya yakın olan yerde geçiyor. Sahneleri suya göre çekiliyor adeta.
Hasankeyf’in hikayesini belki biliyorsunuzdur. Neredeyse on iki bin yıllık bir
geçmişe sahip Hasankeyf. Derin bir geçmişe. Şahin ve Nare’nin hikayesi gibi. Binlerce
yılı aşan tarihinin yanında bir o kadar da yitik. Suyun altına gömülen bir
şehir gibi, Şahin ve Nare’nin de geçmişleri suyun altında kalmış ama asla yok
olmamış. Çünkü su, her şeyi saklar ama unutturmaz. Hatta bazen unuttuğumuzu
sandığımız şeyleri bile saklar. Şahin ve Nare’nin birbirlerini suyun altına
zorla gömmeye çalıştıkları bir cisim gibi kalplerinin ne kadar derinine
gömerlerse gömsünler unutamamaları gibi. Bir bakmışlar Dicle unuttuklarını
sandıkları taşları kıyıya geri getirmiş.
Tüm bu mutlu sahnelerin yanında sanki dünyada
yapayalnızlarmış gibi, ki öyleler, tanımadıkları insanların şahitliğinde
evlenmeleri üzücüydü. Oysa aşkları dünyanın en eğlenceli ve kalabalık düğününü
hak ediyordu. Dünyalarında yalnızca birbirleri olsa yeter ama ailelerine ne
kadar bağlı karakterler olduklarını da onları izleyerek öğrendim. Bir evin tek
kızı Nare, diğer evin ise tek erkek çocuğu Şahin. Aileleri için ne kadar da
kıymetli gözüküyorlar değil mi? Ama Şahin’i damat tıraşına götüren kimse olmadı,
Nare’yi ise doğup büyüdüğü konaktan uğurlayan tek kişi aylar önce hayatına
giren Alya’ydı. “Beni bu evden uğurlayan bir tek sen oldun.” Nare’nin Albora’nın
en ihtişamlı konağından üzerinde beyaz bir elbise ve küçücük bir çantayla, yanına
tek bir eşyasını bile almadan çıkması 28 bölümünü izlediğimiz bu hikâyede
Şahin’den başka hiçbir varlığının olmadığının en büyük kanıtı.
“Sen yanımda ol yeter.”
Kavuşmalarının su kenarında olması, dudaklarının yıllar
sonra ilk kez birbirlerine suda değmesi, çocukken bu anı düşlemiş olmaları çok
güzel detaylardı bu yüzden. Suya hayallerindeki gibi birlikte, el ele
atlamaları bir arınmaydı sanki. Yeni bir hayatın, tertemiz başlangıcı gibi.
Sezon boyunca yazılarımı okuyan, bir yerlerde, birilerinde
karşılık bulmasını sağlayan herkese çok teşekkür ederim. Kurgu bir dünyayı
gerçek, yazılarımı ise görünür kılan Sahra ve Alper’e de ayrıca teşekkürler. Şahin
ve Nare’den bir yerlerde, birlikte olduklarını bilerek ayrıldığım için
mutluyum. Umarım onları bıraktığım yerde, birbirlerinin yanında bulurum.
En olmazlarda bile sevdiler birbirlerini yine severler,
sevecekler. Çünkü onların aşkının hep bir kıyısı var.
Eda Akça