Hayatta hepimizin mutluluğa ulaşmak adına çıkmamız gereken yollar vardır.
Mutlu olmak adına o güvendiğimiz limanlardan çıkmalıyız. Gideceğimiz yeri
biliriz. Yemyeşil, huzur dolu bir yerdir. Adeta cennetin ta kendisi. Ancak bazı
insanlar için oraya giden yol macera dolu geçer, bazıları ise sessiz sakin bir
hava eşliğinde gerçekleştirirler yolculuğunu. Defne ile Ömer ise geçmişten
kalan travmalarıyla baştan kaybederek çıkmışlardı bu yola, üstelik onlara bu
yolda gurur ve mantık da eşlik ediyor. Bir ipe koymuştuk üç cambazı savaş verip
durduk hep birlikte ekran başında. Ve bu hafta son bir hamleyle mantık ve
gururdan hep birlikte tamamen kurtulduk. Acı oldu belki, kalbimizin kırıldı.
Ama işte aşk affeder, zaten affedecek cesareti kendimizde bulmuyorsa aşk denilen
o duyguya da kendimizi bırakmamalıyız diye düşünüyorum. Geçen haftaki yazımda
da yazmıştım, biz Ömer’e tüm bildiğimiz sert kelimeleri bir bir saydırırken
aslında Defne’nin bizler kadar ona çok kırılmayacağını. Öyle bir tanımışız ki
karakterleri artık onların tepkilerini onlar kadar iyi kestirmeyi başarıyoruz.
Geçen hafta son sahnede Ömer, Ömer’di; Defne ise Defne. Onlar birbirlerine
aslında bizim kızdığımız tüm özelliklerine rağmen aşık olmuşlardı. Defne’nin
aşık olduğu Ömer’i düşünsenize. “Suyum” ya da “Zaman yarat” diyen bir buz
şelalesiydi. Defne ise sürekli hatalar yapan ve affetmeyi en iyi bilen kişiler
arasındaydı. E şimdi bu iki insandan 51.bölümde kendilerine uymayan bir hareket
beklemek bence bizlerin hatası olurdu. Ne Ömer acısından başını duvarlara
vurabilirdi, ne de Defne ormanda kendisini bulan Ömer’e kızıp arkasını
dönebilirdi. Şimdi o zaman diyeceksiniz onlar bu kadar çabuk barışacaklarsa,
biz niye tüm hafta böğrümüzde bir öküzle öyle günlerimizi geçirdik?

Hayat bu... Yolumuzun dümdüz gitmesi imkansız. Dediğim gibi her yolculuklar
farklıdır. Defne ile Ömer’inki de bir oyunla başladığından o oyun gerçeği
ortaya çıkana kadar birçok engeli aşması gereken bir yolculuk. Eğer karşılarına
çıkan her kasisti başarıyla atlalarsa, işte o zaman zaten Ömer’in ustanın
“Kiralık Hami”si olmasına verdiği tepkiden daha fazla ve zarar verici bir tepki
olmak Kiralık Aşk olayına karşı. Tüm bu oyun olayını bir kenara bıraktım, her
aşkın kendi imtihanı vardır geleceğe daha sağlam hazırlanmak adına. Önemli olan
o imtihanlara karşı duruşumuzdur. Bu sefer Ömer terk etmeyi seçti. Belki de
Defne’nin gideceğini hiç düşünmeden. Terastaki kavgalarında Defne’nin de dediği
gibi o hiç gitmemişti. Belki terk etmişti ama hep Ömer’in yörüngesinde
kalmıştı. Ömer de “Biraz uzak duralım birbirimizden” deyince bence içinden
geçen Defne’yi o camdan görmeye devam edeceğiydi. Ama beklenmedik oldu. Defne
kendisine yapabilecek en doğru şeyi seçti. Belki basiretsizlik, belki korkaklık
ama gitmek istedi. Uzattı istifasını, aldı anılarıyla dolu karton kutusunu her
şeyin başladığı o Passionis ofisinden uzaklaşıp gitti. Ve rüzgar Ömer için
durdu. Defne’ye emanet ettiği kalbinin sürekli acı çekmesinden o kadar
yorulmuştu ki, kendini yine korunaklı duvarların arkasına almak uğruna
yapayalnız kalmıştı.
“Gitmek gerekir bazen, fazla
yormadan ve daha çok bıktırmadan” demiş Can Yücel. Cemal Süreyya ise “Gitmekle
gitmiş olamazsın, gönlün kalır, aklın kalır, anıların kalır” diye tamamlar
onun dediklerini...
Giden taraf kimdi bu
hikayede kimbilir... Yüzüğü çıkaran Ömer mi? Kapıdan çıkıp istifasını vererek
Manisa’ya giden Defne mi? İkisi de yorulmuştu ve gitmişti aslında. Tek bir
giden yoktu o an Ömer’in o soğuk evinde. Bizler de başlıyoruz Necmi gibi “Tam bundan daha kötü olamaz, daha kötü
gidemez diyorum. Mesele yokuş aşağı yuvarlanıyor.” diye sayıklanmaya. Oysa
aslında haklı olan hiç beklenmeyecek biri Sude: “Aşırı duygusal davranıyorsun. Hiçbir şey bitmiş değil. Belki atlarlar
bu kasistin üstünden. Aşk her şeyi yener. Eğer yenemiyorsa o zaman bu aşk yanlış
kurulmuş demektir. Ama ruhları çoktan kenetlenmişse birbirlerine başka türlü
yaşamak nasıl olur bilmezler. İlla birbirlerini ararlar.” Köyün delisi diye
onun söylediklerini hep kulak ardı ediyoruz ama hiç beklenmedik anda doğruları
o koyuyor önümüze. Aynen Defne’nin gidişinin ardından hepimizin içindekileri
bir bir dile getiren Koray gibi:

“Niye yaptın bunu? Yalnız öleceksin, yalnız. Senin
kahrını kuru kızdan başka kim çekerdi. Buz şelalesi! Çalış, sen ancak çalış
zaten. Hayatın tepetaklak olmuş hala çalışalım diyorsun. Evlenecektiniz, kızı
istemeye gittik. Manyak mısın sen? Bulabilecek misin daha iyisini? Yalnız
öleceksin. Evde kitapların taşıyacak senin na’şını. Çok büyük bir hata
yapıyorsun, çok! Çok katısın. Kimseyi affetmiyorsun, herkesin hayatını
zorlaştırıyorsun. Ne olur biraz esnek olsan, hayat çok daha güzel olur. Ama yok
Ömer İplikçi prensip kumkuması, dik başının derdini çekiyorsun hep öyle.”
Düşünüyorum da, biri bana bu sözleri söylese kalbime saplanan o bıçak
herhalde daha da derine inerek başlar dönmeye. Ama işte gerçeklerden kaçmamak
lazım. Bazen bizleri adam ettiren ya da hatalarımızdan döndüren bize gerçekleri
söylemekten çekinmeyen dostlarımızdır. Bazı insanlar acılarını Sinan gibi
konuşarak yaşar: “Bak bir şey söyleyeyim
mi? Kaçmak iyi değil. Sürekli kaçmak. İçine atmak, konuşmamak. Hayır. Bazen
içini dökeceksin, konuşacaksın. Sen bana inanmıyorsun ama iyi gelir.” Bazıları
ise acı çekmeyi kendilerine hak bulurlar. Tıpkı Ömer gibi. Her ne kadar
Koray’ın dile getirdiği o sözler içimin yağlarını eritse de Ömer’in “Belki de aramıyorumdur iyi gelecek bir
şeyi.” Cümlesi içimi paramparça etmişti. Hak veriyordum kendisine... Benim
gibi Defne avukatı olan biri bile kendisine hak veriyorsa siz düşünün, neyse ki
Türkan teyze bile benim yanımda da bu konuda pek yalnız değildim. (Ne ağladım o
sahnede...) Hep en sevdikleri tarafından güvenle sınanmış biri olarak Ömer’in
tam başka birine güvenmeye çalıştığı sırada başına gelenlere verdiği tepkiyi
çok da yadırgamamak gerekir diye düşünüyorum. Sonuçta bizler ona kızsak da,
asıl acıyı kendisi çekiyor. Hatta öyle bir acı ki en derin kelimelerle dile
dökülen:
“Kafam çorba. Rüzgar kesildi. Sanki
bir dağın tepesine çıkmış ve o yolun sonuna gelmiş gibiyim. Kafamın içinde
acayip bir sessizlik var. Acının üzerine çıktım sanki. Acıdan da öte bir şey.
Çok fena yandı içim. Kül olmuş bitmiş gibiyim. Ama aşk ne tuhaf, her şeye
rağmen sevdiğini düşünüyorsun. Seni unutması pahasına iyi olsun, acı çekmesin
istiyorsun.”