Huzuru ararken...
Ana konumuz Şebnem ve Alp’in, nedense bizimkiler dışında başka hiç kimsenin davet edilmediği düğünü(biz olsak belki bir çeyrek altın takarlar umuduyla yedi göbek sülalemizi çağırırız) ve sırları üzerinden Defne ile Ömer’e empati yaptırmaktı. Fikir kağıt üstünde hoş dursa da izleyiciye aktarımı olmamıştı, diğer parçaların yanında basit bir ayrıntı gibi kalmıştı. Madem Defne’nin hayatının simülasyonunu, başımıza gelme ihtimali olan şeylerin fragmanını izliyorduk hakkını verseydik bari.

Bana kalırsa Şebnem’in kendi krizi, doğalında gelişirken bizimkilere sirayet etmeliydi, Alp de işin içinde olmalıydı. Çünkü burada bizi esas ilgilendiren Şebnem’in, kiralık aşk oyunu yanında çok tırt kalan, sırrından ziyade, Alp’in tavrıydı. Sır saklayan bir kadının durumunu aylardır izliyoruz, şimdi bunu hem Şebnem’de görmeye, hem de vicdan azabı depreşen Defne’de yeniden izlemeye gerek yoktu. Buna karşılık, seven bir adam nasıl hareket eder hiç bilmiyoruz. Bu nedenle dört arkadaş oturup durumu muhakeme edebilirlerdi. Bu ilerisi için Ömer’in empati heybesine de katkı sağlardı. Dram onların dramıydı ama biz Şebnem’i de, Alp’i de doğru dürüst göremedik. Onları göremeyince de Defmer ve bilhassa da Defne üzerindeki yansıması hafif kaldı.

Ömer’in “saklanan bir sır” hakkında söyledikleri tamamen mantığının savlarıydı. Olaya dışarıdan baktığında, mantıklı bay İplikçi’den beklenen şeyleri söyledi. Ama kendi başındaki olayı bu kadar net çözemeyecek. Çünkü o zaman işin içine kendi devasa duyguları girecek ve onlar bu netliği bulandıracak. Neticede Şebnem dış kapının dış mandalı, fakat Defne Ömer’in içi! Zaten Ömer bulanalı çok oldu. Sinan gibi aşka aşık, şıpsevdi bir adama, hayata aşk tarafından bakmayı öğütleyecek kadar Defne tonlarına bulandı. Her ne kadar evlilik konusunda Sinan’ın realist bakış açısına daha yakın dursam da, duyguları sayesinde “netliği” bozulan, daha sıcak, daha rahat bir adam haline gelen Ömer’i de pek bir seviyorum.


Neden her şeyin yükünü ben sırtlanıyorum Ömer?

Ama netlik, dürüstlük her zaman küt diye doğruları söylemek değildir. Ömer’in Şebnem’in sırrını, doğrudan Alp’e söylemesinin, iyi niyet dışında, Gallo’nun yaptığından ne farkı vardı? Gallo, kıskançlığından, Defne ile Ömer’in ilişkisi bozulsun diye tüm gerçekleri anlatan bir mektup yazmıştı, Ömer ise arkadaşının iyiliğini düşünerek, ondan bir şey saklanmaması için gerçekleri söyledi. Bu motivasyon farkı dışında, ikisi de aslında kendilerine ait olmayan bir sırrı ifşa ettiler.

Kağıt üzerinde Alp’in kendisinden saklanan bir şeyi öğrenmesi doğru olan gibi duruyor, kabul. Ama bir başkasının sırrını, sırf “doğru” olanı yapmak için koşa koşa yetiştirmek ne kadar “doğru”? Ömer’in alametifarikası olan dürüstlük özelliğine zeval gelmesin diye, vicdanlı ve hakkaniyetli duruşu zedelendi. Madem Alp’in bilmesi gerekiyordu, bu durumda normalde Ömer Şebnem’le konuşur ve onu Alp’le konuşması için ikna ederdi. Ömer’e yakışan buydu. Şu saatten itibaren Defne’den sonra bu kiralık aşk sırrını açıklamaya en yetkili kişi, eğer öğrenirse, benim gözümde Alp’tir artık.:)

Yalnız ben bu yaşananların sonucunda şunu anladım ki; Ömer’in hala keskin uçları varmış. Aslında epeyce törpülendiğini düşünüyordum ama yalnızca Defne’ye karşı yumuşamış. Onun dışında, ailesine, dedesine, arkadaşlarına karşı; prensipleri, doğruları, ilkeleri hâlâ aynı katılıktaymış. Bütün bunları benimle birlikte Defne de anladı. Hatta onun kafasına yeniden çakıldı diyebiliriz çünkü aslında hiç aklından çıkarmadığını, geçen hafta gördüğü ve bu hafta da hatırladığı rüyasından anlayabiliyoruz. Ben Ömer'in sözlerinden ekran karşısında bu kadar etkilenmişken, Defne’nin bizzat karşısındaki adamın keskinliğinden etkilenip korkması çok normal. Ömer de öyle yerlerden giriyor ki insanın yalan söyleyesi geliyor. Resmen doğruculuğu ile yalana teşvik ediyor.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER