N'ayır...N'olamaz...Sen ölemezsin kuzum...Beni bırakıp da nereye gidiyorsun? Beni beni, Kösem'ini :(((
23. bölüm – helesi – Berk Cankat’ın kendisini gösterip öne çıkabildiği bölüm oldu. Safiye Sultan ve Hümaşah Sultan’ın on bir yıldır saklamayı becerdiği sırrı, hünkarına olan sadakati ve görev duygusuyla kendisine fazlaca dert edinip iki bölümde kim var kim yok herkese söyleyen Zülfikar Paşa sayesinde dananın kuyruğu koptu ve her şey meydana çıktı. Geç bile kalınmıştı hatta, daha da fazla uzamadan gerçeklerin açıklanması iyi oldu. Demek ki neymiş, sırlarımızı Zülfikar Paşa’ya emanet etmeyecekmişiz. Saray entrikalarına bir türlü adapte olamayan eski bir Yeniçeri olarak Zülfikar’dan ancak bu kadar. Hülya Avşar ve Berk Cankat’ın karşılıklı oyunlarını izlemek bölümün en keyif verici yanı oldu ve bölüm sayelerinde hareketlenip ilgi çekici hale gelebildi. Ayrıca Kösem’de henüz pek fazla duyamadığımız “Ben…” tiratlarının belki de en güzeli yine İskender için yazılmıştı. Dizi başlamadan önce benim bilmediğim kayıp şehzade Yahya olayını da es geçmeyerek, bu ismi bir şekilde de olsa geçirmeleri de güzel bir ayrıntı oldu. Ölmesinden önce Safiye Sultan için de benzer bir güzellik bekliyorum açıkçası.


Ben Davut...Kumral Davut...İskender'in başının belası, Dilruba'nın aşığı, hanedanlıktaki nicelerinin azmettiricisi, sonradan Kara'ran Davut...

İskender demişken bir başka küçük detaya daha vakıf olduk. O da bölümün başlarında Kara Davut Paşa’nın ağzından dökülen “Hiç değişmedin İskender…Hiç değişmedin…” repliğinde saklıydı. Kendisi çok büyük bir ihtimalle dizinin ilk bölümlerinde, İskender henüz bir Acemi Oğlanı’yken Yeniçeri Ocağı’ndaki belalısı Davut karakteri olarak çıkacak karşımıza ilerleyen bölümlerde. Bir Kösem geleneği olduğu üzere gençliğinde kumral bir oyuncu tarafından canlandırılmış olmasına karşın Mustafa Üstündağ’ın esmerliği eşliğinde “olgunlaşan” bir Davut’umuz olacak ama uzun zamandır adı sanı unutulan başlangıçtaki o karakterlerden birinin bu şekilde tekrar hatırlatılması hoş oldu. Bir an heyecan yapmadım değil. Malum, Kösem'in senaryosuyla ilgili en büyük derdimiz tutarlı olması, nasıl ve hangi karakterlerle başladığını unutmaması.

Ayrıca bölümün başında yaklaşık 14-15 bölümdür ne adını sanını duyduğumuz, ne de kendisini gördüğümüz Yeniçeri Ocağı, şehzadelerin ziyareti vesilesiyle tekrar gösterilince gözlerim ister istemez Baki Çiftçi’nin canlandırdığı Yeniçeri ağası olmak üzere o dönemki karakterlerin bazılarını da aradı ama tabii ki o kadro diziden ayrılalı çok oldu. Hiç yoktan İskender’in ocaktaki arkadaşları Ali ve küçük Lagari’yi de ilerleyen haftalarda (ya da belki ikinci sezonda) artık yeni halleriyle dizide görebilmeyi çok isterim. En azından Lagari’yi, zira kendisi 4. Murat döneminin önemli gelişmelerinden biri olan Hezarfen Ahmet Çelebi’nin Galata Kulesi’nden uçma denemeleri sırasında onun yardımcısı olacak olan Lagari karakterinin küçüklüğüydü. Dizi şayet herkesin birbirini büyük bir zevkle öldürüp durmalarından başka tarihi gerçekliği olan hikayeler de tasarlamayı düşünüyorsa Lagari bir gün elbet bir yerlerden tekrar çıkıp gelecektir. Şahsen meraklı bir bekleyiş içerisindeyim.


Bir bu sıçanın leşi eksikti. Şimdi doldur çuvala, at boğaza...Şu saraydaki bütün hayatım angarya işler yemin ederim.

Bu hafta Beren Saat’in performansı sosyal medyada yine okların hedefindeydi. O kadar ki Muhteşem Yüzyıl’ın en sadık takipçilerini bile diziye küstürecek noktaya geldi bu “tepkisiz Kösem” yorumu. Milletin artık sıtkı sıyrıldı. Ben şahsım adına Saat’in Kösem’iyle ilgili bu noktayı çoktan aşmış bulunuyorum bildiğiniz üzere. Kendisinin performansını pek beğenemesem de en azından Kösem karakterindeki bu “tepkisizlik” ya da devamlı çatık kaş halinin, erkeksi kaba tavırların artık bilinçli yapılan şeyler olduğunun sanırım çoğu seyirci farkındadır. Çocukluklarından beri görmediği kız kardeşinin ölümüne sebebiyet vermesinden dolayı yeni bir intikam ateşiyle dolmasından farklı olarak hiç değilse biraz bir yıkılmışlık, bir üzülmüşlük tepkisi görmeyi bekledi herkes haklı olarak. Ama Kösem bildiğiniz taş kalpli bir kadın olmuş çoktan.

Dizinin en başlarında prensesi olduğu adadan ve ailesinden zorla kaçırılıp Topkapı Sarayı’na getirilmesinden ve oradan asla kaçıp gidemeyeceğini anlamasından dolayı mı dersiniz yoksa çuval içine konup boğaza atılmasından dolayı mı, Şaheste Hatun tarafından hiç sebep yokken suratının makasla kesilmesinden dolayı mı dersiniz yoksa haksız yere sabaha kadar kırbaçlanmasından mı yoksa her yerinden kötülük akan bir saraydaki acımasız hanedan üyeleri arasında hayatta kalabilmenin tek yolunun bu olduğundan geçmesini düşünmesinden dolayı mı bilmem ama o cıvıl cıvıl Anastasia bizim sandığımızdan çok daha çabuk bir şekilde bütün hislerini aldırmış, Hürrem’den çok daha hızlı bir şekilde taş kalpli biri olmuş, artık bunu anlıyoruz. Yine de bu tepkisizliğin ve sert duruşun bir patlama noktası olacağı da kesin. Safiye Sultan bile başlangıçta tam bir buzlar kraliçesiyken sonradan yavaş yavaş zaaflarını kabullenip, sık sık gözyaşları eşliğinde içini dökmesine tanık olduk. Benzer bir durum Kösem için de mutlaka olacak diye tahmin ediyorum. O da büyük ihtimalle Ahmet’in ölümüyle yaşanacak. 


Kanka, sen bu bardaklara cidden vişne suyu yerine şarap mı koyuyorsun çaktırmadan, napıyorsun? Benim böyle kafa gidiyor geliyor arada, elimi kolumu koyacak yer bulamıyorum...Gardaşımı öldürdüm ben kankaaaaa :(((

Kız kardeşinin ölümüne sebep olmasından dolayı kendini yerden yere atmadı belki ama satır aralarında aslında üzüldüğünü gördük. Özellikle Valide Sultan dairesinde Ahmet’le koltukta uzanıp konuştukları sahnede “her ne yapıyorsa Ahmet’in iyiliği ve güvenliği için” yaptığını, başarabildikleri ya da başaramadıklarını söylerken gözlerinde yaş vardı. Tahminen Ahmet’in ölümü Kösem’in de dağılma sürecini tetikleyecek en önemli itici güç olacak ve yıllardan beri kendisi için duygusal açıdan yıkıcı olabilecek hiçbir şeye doğru dürüst tepki göstermeden o buz gibi sert duruşu korumaya çalışan kendisinin bu duruşunun Ahmet’in ölümüyle, o amacı en azından bir süreliğine de olsa kaybetmesiyle birlikte, nihayet bir son bulacağını göreceğiz . Hatta ben bu duygu patlamasının bir çeşit sinir krizi şeklinde yaşanmasını bile ihtimal dahilinde görüyorum. En dibe vurup sonra oradan tekrar ayağa kalkacak zalim ama en azından daha normal insani tepkileri olan bir Kösem karakteri de eminim ki seyirci açısından daha bir “ulaşılabilir” olacaktır. Yok bu dediklerimin hiçbiri yaşanmaz ve Kösem karakteri aynen bu şekilde var olmaya devam ederse, sanıyorum ki dizideki asıl şizofrenin Mustafa değil de Kösem olduğunu düşünmekte bir yanlışımız olmaz. Son yaşanan olaydan sonra bile bu kadar tepkisiz kalabilen ve ortalarda zaman zaman uyur gezer gibi dolanan bir Kösem karakterinin ruh sağlığının pek normal olmadığını düşünüyorum zira.

Mustafa demişken, o cephede geçen hafta yazdıklarımdan farklı bir durum yoktu bu hafta da. Pinhan Ağa iyi güzel ama her an, her dakika, Mustafa’yı canlandıran Boran Kuzum’un kendisini göstermesine dahi fırsat verilmeden her sahnede, üstelik de uzun uzun kullanılması maalesef sıkıcı olmaya başladı. Üstelik monologları da kısa tutulmuyor ve söz konusu sahnelerde Mustafa’yla iletişimde bulunması gereken karakterleri canlandıran oyuncular uzun uzun ve boş boş Boran Kuzum’a bakıp durmak zorunda kalıyorlar. Haliyle sahneler çarpıcı olmaları gerekirken tuhaf bir rahatsız ediciliğe bürünüyorlar. Hani televizyonda haberleri sunarken karşısındaki prompter bozulunca bir an ne diyeceğini bilemeden kalakalan spikerler görünce onlar adına rahatsız olur ve sıkılır ya insan, Pinhan Ağa’nın sahnelerinde Mustafa haricinde yer alan diğer oyuncular için de öyle rahatsız edici bir duygu durum oluşuyor bende.

Boran Kuzum’a ve Mustafa karakterine diğer karakterlerle iletişime geçtiği sahnelerde daha fazla rahat hareket edebilme ve karakteri geliştirebilme imkanı tanınması gerektiğini düşünüyorum. Örneğin bu bölümde tarihten bilinen bir hikayeyi, Mustafa’nın balıkları altınla beslemesini, izledik ama sahne sırf o olayı gösterebilmek için tasarlanmış olduğu için eklenti bir sahne gibi durdu. Osman ve Mustafa’nın sarayın kapısından çıkar çıkmaz kendilerini balıkların olduğu havuzun önünde bulmalarından ve o olayın yaşanmasından önce ikisinin başbaşa biraz gezdiklerini, sohbet ettiklerini, birbirlerini tanımaya çalıştıklarını görsek, sonra karşılarına çıkan havuzdaki balıkları görmeleriyle tarihteki bu hikayenin resmedilmesini izlesek bence çok daha oturmuş bir sahne olurdu. İzlediğimiz haliyle “hadi bu ikisi kapıdan çıkar çıkmaz kendilerini balıklı havuzun önünde bulsunlar da şu altınla balık besleme sahnesini de çekelim, göstermemiş olmayalım” gibi bir hava vardı o sahnede. En azından benim için.

Ottoman Horror Story'e hoşgeldiniz...Korkutmak bizim işimiz...

Ben her bölüm kafayı bir şeylere takarım bilirsiniz, bu yazımı da son birkaç bölümdür beni çok rahatsız etmekte olan bir detayı yazarak bitireyim. Gerilim yaratma amacıyla çekilen bazı sahnelerde (ki son zamanlarda sayıları çok arttı) kameranın oyuncuların resmen ağzına kadar sokulmasından ve ekranda tuhaf tuhaf, çok çirkin görüntüler oluşmasından hiç memnun değilim ben kendi adıma. Muhteşem Yüzyıl projesinin dizileri çok ustalıklı, kaliteli ve “ağırbaşlı” kamera çekimlerine sahip son derece profesyonel görünümlü diziler oldukları için böyle tuhaf kamera tercihlerinin bu kadar şık görüntülere sahip bir dizide çok eğreti ve yakışıksız durduğunu düşünüyorum. Başka Türk dizilerinde olabiliyor böyle şeyler ama Muhteşem Yüzyıl’a yakışmıyor bence. İlk dizide de sanıyorum ki hiç yoktu zaten. Bir bu, bir de tuhaf ve amatörce görüntülerin oluşmasına sebep olan o hareketli kamera kullanımı. İkincisi için ne demek istediğimi merak edenler, 22. bölümde Ahmet ve Kösem gece Has Oda’da uyurlarken Ahmet’in mide ağrılarının başlamasıyla birlikte kameranın bir tuhaf hareketler yaptığı, ekranda “Muhteşem Yüzyıl dışı” sakil görüntüler yakaladığı sahneyi izleyebilirler. Bilmiyorum, benim kişisel görüşüm böyledir. Yakıştıramıyorum böyle görüntüleri bu diziye.

Bakalım, baştan aşağı herkesin tescilli ruh hastası olduğu ve bu kadar ruh hastasının içinde yaşarken aklını kaçırarak yapılabilecek en mantıklı şeyi yapan masum Mustafa’yı haliyle herkesten çok sevdiğimiz ve sahiplendiğimiz Kösem’de sezon bitene kadar daha ne gibi tımarhanelik olaylar yaşanacak, katran karası olaylar pembeliklerin arasından nasıl baş gösterecek göreceğiz.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER