Dikkat dikkat, yüksek gerilim hattı!
Ömer Selim’de neyden rahatsız oluyorsa, Defne de Fikret’te çok daha fazlasından rahatsız oluyor. Halbuki o kabuslarını bizim gibi sağlam kafayla bir daha izleseler, aslında nasıl “olmadıklarını” görecekler. “Anlamlı” çileklere ve kutsal kızıl saçlara dokunulmasından duyulan korkunun bilinçaltına yerleşmiş olmasına çok güldüm ama o iki çift de hiç mi olmaz arkadaş! Ki olmaz da zaten, bizim hikayemizde güzel rüyalar gerçeğe döner kabuslar değil! Ömer, kendisi kıskandığında Defne’yi “seçenekleri değerlendiriyor” diye nitelendirirken, Defne’nin kıskançlığını “saçmalamak” olarak değerlendirmesinin çelişkili bir durum olduğunu mutlaka fark edecektir. Hem Sinan ne dedi? “Tehlikeyi sezmiş demek ki.” Ki sezgi dediğimiz öyle çok boş bir şey değildir; tecrübeden süzülmüş akıldır derler. Ömer, Defne’nin “sezdiği” tehlikeyi kendi de bizzat “gördüğü” zaman Defne’nin sezgilerinin kuruntudan öte bir şeyler olduğunu anlayacak.

Çünkü kadın sahiden anlar. Bazen elinde hiçbir somut veri olmasa da, adını koyamasan bile sadece o kadından hoşlanmamak yeterlidir. Çoğunlukla da haklı çıkarsın. “Erkek ya da kadın ikisinin de bildikleri doğrudur; ama kadının tahmin ettiği her şey, erkeğin emin olduğu şeyden daha doğrudur...” demiş Bob Marley.  O yüzden Fikret Ömer’e aşık olmasaydı Defne de bu kadar kıyamet koparmazdı. Sadece oyunu anlatma ihtimali yüzünden huzursuz olurdu. Ama Fikret’in hisleri de devreye girince, kendi varlığı ve Ömer’in kendisine duyduğu aşk dışında “gerçek” kaderin tüm koşulları sağlanmış gibi gözüktü gözüne. Eh yarın öbür gün oyun ortaya çıktığında Ömer onu hayatından çıkartırsa kendi varlığı ortadan kalkacak. Bir de Ömer’in dürüst ve başına iş açan “Evet!” cevabını da denkleme kattığımızda döngü tam anlamıyla tamamlanmış olacak. İşte Defne’nin ana korkusu bu “gerçek kaderin” yaşanma ihtimali.

Barıştık mı? Hı hı...^^

Halbuki karşındaki kişi yalnızca senin verdiğin değer kadar var olur hayatında. Para değil ki bu genel geçer bir kıymeti olsun. Birini ne kadar önemsersen hayatına o kadar katmış olursun. Yaptıkları seni yeri gelir sinirlendirir, yeri gelir mutlu eder. Varlığından bile haberinin olmadığı biri dünyayı yaksa umurunda olmaz belki ama sevdiğin biri bir yaprağı yerinden kımıldatsa canın yanar. Defne’nin Fikret’in varlığına verdiği değer de biraz o hesap işte. Simurg meselesi Ömer için önemliydi, çok kıymetli bir anıydı. Bunu Ömer için kıymetini bilen ve mümkünü olsa Ömer’den hiçbir şey saklamayacak olan Defne’nin söylemesi gerekirdi zaten bana göre. Üstüne konuşuldu, Ömer Fikret’e minnetle dostluk kapılarını açtı ama bu kadar. Daha fazlasına dair aklından en ufak bir şüphe veya beklenti yahut soru işareti geçmedi. Defne’ye böylesine aşık olmasına rağmen Fikret’in ona sormaya cüret ettiği “Biz neyiz?” gibi son derece abuk bir soruyu bile hiç falso vermeden cevapladı.(Yalnız Fikret’i gömmekten ben yoruldum, usandım artık şu saçmalığa edecek lafım kalmadı!) Zaten aksini sanmaktan uzun zaman önce vazgeçmiştik. Ancak simurgtan öte Fikret’in varlığını bir sorun gibi ortaya koyan, bu öyküde Fikret’e yer açan ve onun da hamle yapmasına fırsat veren Defne oldu. Getirip ilişkilerinin orta yerine yerleştirmese esamesi bile okunmazdı ki. Ancak açık karnını gösterdi ve Fikret de kendini nimetten saydı.

Fikret’in defile hazırlıkları sırasında Defne’nin kendi varlığından rahatsız olduğunu görmesi ve bu yüzden edilen Defne-Ömer kavgasını izlemesi, bu ilişkide etki edebileceğini anlamasına yol açtı. Bundan sonra bu elindeki kozu bilerek veya bilmeyerek Defne’yi huzursuz edecek şekilde kullanacaktır. Mesela defilenin sonunda tasarımcıların el ele, birlikte sahneye çıkması bir gelenek de olsa Fikret’in bunu içgüdüsel bir bilinçle yaptığına eminim. Dışarıdan bakıldığında gayet doğal karşılanabilecek, “Ne var bunda canım?” denebilecek bir hareketti, fakat artık içini görebilen Defne’nin de gerekli sinyali aldığına inanıyorum. Fikret bundan sonra, hayatlarında bulunduğu “gereksiz” zaman dilimi boyunca her ne olursa olsun Defne üzerinden etki edecek bu ilişkiye. Defne dolup dolup Ömer’e püskürdüğünde, Ömer Fikret’ten kendisine yansıyan bir şey olmadığı için de Defne’nin bu tavırlarına bir anlam veremeyip bunları kuruntu olarak nitelendirecek.

Neyse ki bu tarz kavgaların barışması ayrı bir tatlı olur. Birkaç gün ayrı kalmaları bile yumuşamalarını sağladı. Özlemden dolayı bakışlarına sinen şefkat ve pişmanlıkla çoktan özür dilediler aslında birbirlerinden. Ama Defne’ye biraz özgüven yüklemesi gerekiyor. Ömer doğrudan damardan mı verir, yoksa ağız yoluyla mı almasını sağlar orasını bilemem. Tek bildiğim; ne olursa olsun sonunda, kızıl siyah bulutların bu mevsimde döktüğü “ahmak”ıslatan yağmurları hedefini tutturup, yol açtığı sel ile onu okyanus ötesi diyarlara sürükleyecektir.

*Kayahan, Kızıl siyah bulutlar
**Ümit Yaşar Oğuzcan, Her gün seninle
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER