Önümüze sunulan bir dizi, en
nihayetinde bir senaristin hayallerini izliyoruz. O yüzden bölüm öncesinde
mümkün olduğunca az şeyi bilip, herhangi bir tahmin yapmadan ve daha da
önemlisi hayal kurmadan, beklentiye girmeden izlemeye çalışıyorum. Çünkü bu
hayatta kimse bir başkasıyla aynı düşü görmüyor. Defne ile Ömer aynı evde
yaşamaya başladıklarında da görsel açıdan güzel ve içi dolu sahneler
izleyeceğimizi düşünüp zihnimde daha fazla üstüne koymamaya çalışmıştım. Şunu
yapsınlar, bunu yaşasınlar diye ısmarlama huyum yoktur. Ama ne yalan söyleyeyim
Defne’nin eve dönüşünden sonraki Ömer’e dair birtakım hayallerim vardı.
Bazı klişeler çok nettir ve
sevilir, ortalama bir işleniş bile büyük keyif verir insana. Mesela ayrılan
sevgililer öncesinde bir hayat, bir ev paylaşmışsa beraber güzel anıların
yaşandığı yerlerde onları hatırlar, bir eşyası kalmışsa onu koklar, birlikte
dinlenen şarkıları dinler, izlenen filmleri izler. Defne’nin de dediği gibi;
evde bir şey görür bir duygulanır. Yani o özlem duygusunun hakkı, yarayı iyice
kanatma pahasına verilir. Ki söylediklerinden anladığım kadarıyla bu ve buna
benzer anlar benim hayalim olarak kalmamış, Ömer de bizzat yaşamış. Çünkü
bunlar klişe bile değil, hayatın gerçeği. Yaşadığı bir ayrılıktan sonra bu
özlem duygusunu hissetmeyen, tüm bunları yapmayan var mıdır? Bu yüzden Defne
ile Ömer’in, o ayrılığın buruk tadını duyacakları, hasretten burunlarının
direklerinin sızlayacağı bölümleri izlemek için de sinsi bir heves içindeydim,
heyhat!
Ömer’in sözlerine inanıyorum,
zaten tahmin ettiğim şeyleri, nasıl da özlediğini zor da olsa, çok içten bir
şekilde dile getirdi. Defne’nin evdeki varlığını, sabahları uyandığında ilk onu
görmeyi, onun kıvrılıp uyuyakalmalarını, sesini, kokusunu “tabi ki” özleyecek,
aksi aşkın doğasına aykırı. Ancak ben, Defne, usul usul sızdığı evden
sıcaklığını ve getirdiği tüm renkleri toplayıp, çıkıp gitmişken Ömer’in o evin
renklerinin solduğunu, sıcaklığı kaybettiğini “söylemesini” değil de tüm
bunları “izlemeyi” isterdim.(Serdar ile Nihan’ın hamilelik beklentilerinin her
bir ayrıntısı yerine) 15.bölümdeki ilk ayrılıkta nasıl özlediğini veya Defne
onun asistanlığından ayrıldıktan sonra o evde başka bir kadın görmekten
rahatsız olacağını izlemiştik çünkü. Şimdi onun daha fazlasını görme imkanımız
vardı.
Ancak bomboş evi gözden geçirip Defne’nin yokluğunun
yüreğini burktuğunu, Defnesiz evin içine sinmediğini, sabah kahvaltısında Defne
ile şenlenen o masanın artık ıssız geldiğini hissedemedik. Devamlı çaldığı
klasik müziğinin bile, ona eşlik eden Defne’nin sesi olmadan artık o eski
huzuru veremediğini fark edemedik. 20.bölümde Defne’nin kokusuyla huzur içinde
uyuyabilmek için onun yastığına çocuksu bir sevinç ve özlemle sarılan Ömer’in,
bu sefer Defne’nin kokusunu duymak için yastığını kokladığını da göremedik. Bir
rüyadan uyanıldı, bir ön gösterim sona erdi ve fakat Ömer, Defne’nin ardında
bıraktığı eşsiz hatırasına sarılıp onu öpmedi. Ömer’in de odak noktasının Defne
olduğunu, onun yörüngesinde biçare dolandığını gösterecek böyle sahneler, neden
fütursuzca harcandı anlam veremiyorum açıkçası.
Yazı devam ediyor...