18 yaş... 17'den az ileride, 19'dan bir
durak geride durmak. Aslında bakıldığında 25 ya da 46 yaşında olmaktan pek de
farklı değil. Ama faydaları da var. Mesela göreceğin ilk seçimde tırnağına
mürekkep değer. Üniversite kapısına ilk adımının coşkusu bulaşır. Bir de barlara
daha rahat girebileceğini sanırsın. Ama konumuz bu değil. 18 yaşında bir yanın
deniz, diğer yanın deryadır. Bir yanında karanlık kuyular, öte tarafında göz
alıcı parıltılar... Bir de ehliyet alma şansın var tabii, onu unuttuk. Selin ve
Nazlı da unutmuş olacak ki bir çırpıda sarıldılar otomobilin anahtarına. Kamu
spotuna dönüşmeden söyleyelim: İyi ki doğdunuz kızlar, bu eğlenceye ihtiyacınız
vardı!
Levent karakterinin hikayede ciddi bir kazanım
olacağını düşünüyorum. Çünkü Haluk, çünkü Ali, çünkü Elif. Hepsinin yaşantısı
Levent sayesinde aynı sokakta kesişti. Başlangıçta diğer karakterlere nazaran
bir tık işlevsiz kalan Sevilay, depar attı da geçiyor herkesi. Şimdi bir de
Urla meselesi çıktı, ha gayret. Bu hızla gidersek bin parçalık puzzle, 8
sezonda tamamlanır diye umuyorum.
Ben sarı sen sarı, bu ineği kim sağacak?
Mevsim kışa döndü. Hâliyle Haluk'un gizemli fotoğraf
odası da tekneden bir konteynıra taşındı. Evet Haluk seneleeer önceden beri
Güneş'i tanıyormuş. Evet oldukça saplantılı bir hisle evlilik yapmış. Buraya
kadar tamamız. Bu sahne neden tekrarlandı gerçekten anlayamadım. Bilen varsa
anlatsın lütfen, bir şey kaçırmış olmaktan endişeleniyorum.
Türk dramalarında bebeğinden habersiz babalara sık
rastlanır. Ama bebeğinin babasını yanlış bilen anne nadir görülür. Sevilay
bunca sene ''Acaba?'' bile dememiş olacak ki, Ali gerçeğini duyunca mavi
gözleri kocaman bir perde gibi aralandı. Keşke o kadarla da kalsaydı. Levent'in
Haluk'a bir şey söylemeyeceğine 50 kağıdımı koyardım. Ama Sevilay ex aşkını pek
de iyi tanıyamamış. Yazık oldu, bunun bedeli kesin faturaya yansır.
Haluk'un gerçeği öğrenmesi travma etkisi
yaratacaktır, yaratmalıdır. O şiddetli ve karanlık tarafı derhal ortaya
çıkmalıdır. Bu uslu halleri insanı diken üstünde tutuyor. Bari atılan taş
ürkütülen kuşa değsin derim ben. Fakat yıkıldığı ânı en az beş kere
izleyeceğimden eminim. O yutkunuşu, gözlerindeki sarsıntı ve çöküşü... Kitap
gibi bir oyunculuk, Emre Kınay'ın ruhuna sağlık.
Selin ve Tuğçe ittifakı
ne tatlı oldu öyle. Tuğçe'nin de gerçekten canı yanan bir insan olarak hatalar
yaptığını anladık. Aynı şekilde Emre cesur bir tavırla Ali'ye fikirlerini
aktardı. İşte karaktere ayna tutan böylesi dönüşümlerin hastasıyım. Bu gerçek
bir senaryo becerisidir. Alacasına aldanmadan, içinden gör diyebilmektir