Ankara Sanat
Tiyatrosu’nun sezonu açtığı dört oyunu, 2014 bitmeden izlemiş olmanın verdiği
mutlulukla yazıma başlıyorum. Hatta bazı oyunlarını iki, bazılarını üçüncü kez
izlemişim. Bu konuda kendimi tebrik eder 2015’te kendimi o sahnede öğrenci
olarak görmek istediğimi tarihe bir not olarak düşmek isterim.
Gelelim
seriyi tamamladığım oyun olan Halktan Biri’ne.
Yazan: Sam Bobrick
Çeviren: Ekin
Tunçay Turan
Yöneten: Arif Akkaya
Dekor: Sertel Çetiner
Oyuncular:Mehmet Atay (Travis Pine), Mahir İpek (Tom Walker)
Travis, bir
zamanlar kutu fabrikasında çalışan ancak ülkenin yanlış olduğunu düşündüğü
ekonomi politikalarının bir sonucu olarak işinden olmuş, orta sınıf
Amerikalıdır. Aksilikler üst üste gelir ya tam da bu sebepten karısı da onu
terk etmiştir. Tavanları akan, her yeri dökülen evinde hayatta kalmaya
çalışmaktadır. Travis, yine de, yaşadığı tüm bu olumsuzluklara rağmen ülkesini
seven, ülkesinin sorunlarına karşı da sağduyusunu kaybetmeyen bir yurttaştır. İşten çıkarılmasının da
sebebi olarak gördüğü Başkan’a, onu eleştiren yer yer bol sinkaflı mektuplar
yazmaya başlar ve bir gün kapısı bir FBI ajanı olan Tom tarafından çalınır. Bir
FBI ajanının işinden atılmış, hayatta kalmaya çalışan bir vatandaşla ne işi
olabilir ki? Yoksa? Mektuplar? Aynen! Meğerse o güne kadar yazdığı tüm
mektuplar Başkan’ın eline ulaşmış ve Başkan, bu durumun derhal sona ermesini
istemiştir. Arif Akkaya rejisiyle, Tom ve Travis’in hikâyesi tam da bu noktada başlar.
Lanet olası Federaller!
İlk önce
eserle ilgili dikkatimi çeken bir husustan bahsetmek istiyorum. Oyunla ilgili
biraz araştırma yaparken üzerinde konuşacak kadar dikkatimi çeken şey
gördüklerim daha doğrusu göremediklerim oldu. Eserin orijinal adı olan “Travis
Pine”, “a man of the poeple” ya da “Travis Pine: A man of the poeple”
kelimeleri ile arama yaptığımda oyunla ilgili bir-iki görsel dışında hiç bir
şey bulamadım. Öğrendim ki 2005 yılında yazılan oyunun dünya prömiyeri
2011–2012 sezonunda İzmir Devlet Tiyatrosu tarafından yapılmış. Özgürlük ve
refahı ile övünen ülkelerde sahnelenmemiş olmasına ilk önce şaşırdım. Ama sonra
düşündüm: Eğer tiyatro hayata ayna tutuyorsa o ülkelerde zaten böyle problemler
olmadığı için, henüz, sahnelenmemiştir olabilirdi. Ama eserin yazarı Amerikalı.
Üstelik Devlet Tiyatroları’nın arşivindeki oyun broşüründe “Yazar, Travis Pine
(Halktan Biri) adlı oyununu, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George W.
Bush’un ikinci kez seçilmesinin ardından, sıradan insana karşı takındığı
küstahça, hakarete varan ve küçümseyici tavrını kaldıramadığı için yazdığını ve
bu oyunun kaleme aldığı oyunlar arasında en iyi oyun olduğunu belirtmektedir.”
şeklinde geçiyor. Nereden baktığımıza göre değişen ama sahnelenmesi büyük
cesaret isteyen bir oyun yani.
Evet, oyun
George W. Bush üzerinden gidiyor ama izledikçe anlıyorsunuz ki orada Bush sadece
bir isim. İğne de çuvaldız da onun nezdinde tüm politikacıları batırılıyor.
Siyaset dediğimiz hadisenin dili de aşk gibi evrensel, dünyanın her yerinde
aynı. Üstelik zamansız. 1905’te de aynıydı 2005’te de. Ne yazık ki 2015’te de
aynı olacak 2035’te de. Yöneticilerin belli bir noktadan sonra gücü avuçlarının
içine almasıyla Pacman gibi etraflarındaki insanları nasıl yok ettiğini,
dünyanın her tarafından gelen haberlerle, her akşam ana haber bültenlerinde izlemeye
devam edeceğiz. İşte bu yüzden sistemdeki sorunları çözmek yerine kendisini
eleştiren vatandaşları bir tehdit unsuru olarak görmenin yöneticiye neler
yaptırabileceğini görmeniz adına muhteşem bir politik-komedi.
Oyunun metni, özellikle benim gibi, politik-komedi tarzını sevenler için oldukça başarılı. Travis ve Tom'un arasında gelişen arkadaşlık ilişkisi özenle ve bir o kadar da trajik şekilde anlatılıyor. Oyun içindeki mizahi unsur ise yerli yerinde.
Tanıştırayım:FBI ajanı Tom Walker.
Önümüzdeki
günlerde, oyunu izleyecek olanlar için oyundan ve anlattıklarından daha fazla bahsetmek istemiyorum. Ancak dekor ve müziklerin ne kadar iyi olduğunu söylemezsem Sertel Çetiner'e haksızlık ettiğimi düşünürüm. Dekor, Travis’in iç ve dış dünyasını olduğu gibi yansıtıyor.
Sonuçta o, işinden kovulmuş, açık sınırında ve tek başına yaşayan bir adam.
Evindeki, üstündeki başındaki dağınıklıktan, camlarındaki tozlarına kadar her
şeyiyle Travis’in evi, tam da olması gerektiği gibi. Sertel Çetiner çok iyi iş çıkartmış. Sahne değişimi sırasındaki
müzikler ise hem bir önceki sahneyi değerlendirmenize hem de bir sonraki sahne
için sabırsızlanmanızı sağlıyor.

Mehmet Atay’ı,
ilk kez, Devlet Tiyatroları’nda Aşk-ı
Memnu eserinin rejisörlüğü yaparken tanımıştım. Sahnede, üstelik bu kadar yakından
izlemek bu zamana kısmet oldu. Mahir İpek’i ise Giderayak ve Selamün Kavlen
Karakolu oyunlarında izlemiştim. Tek ve/veya iki kişilik oyunlarda izleyiciyi en az bir saat oyunda tutmanın zor olduğundan ise burada bahsetmiştim. Tüm bu cümleler ışığında şunu söyleyebilirim ki: Tecrübe konuşur, arkadaş! Yalnız çıta, her oyunda biraz daha yukarıya yükseliyor. Önümüzde sezonlarda bizi nelerin beklediğini tahmin dâhi edemiyorum.
Son olarak,
Devlet Tiyatroları’nın durumu malum... Tüsak’tı, kapatılan/satılan sahnelerdi…
Hiç o konuya girmiyorum. Gireceğim konu tam olarak şudur ki: Ankara Sanat
Tiyatrosu gibi her dönem dik duran, darbe dönemlerinde bile duruşunu bozmayan,
baskıcı zihinlerin hedefi olan, tam kapısına kilit vuracakken “oyunda kalmayı
başaran” kurumlara ne kadar ihtiyacımız olduğudur. Bugün baktığınızda bu işe
ömrünü vermiş sanatçıların çıkıp “Artık kendi otosansürümüzü kendimiz koyuyoruz”
diye övünürken(!), gerçeği olduğu gibi gösteren gerçek sanatçılara o kadar çok
ihtiyaç var ki.
Velhasıl
dalgasız denizde herkes kaptandır; mesele o gemiyi her türlü havada limana
vardırmaktır. Baskıların bu denli arttığı günlerde Ankara Sanat Tiyatrosu,
gemisini limana vardırmak için izleyicileri ile beraber elinden gelini yapıyor.
Oyunlarına gidin. Bilet bulamasanız bile hayatınızdan bir yarım saati orada
bırakın. O güzel kafesinde oturun. Sıcak bir çayla masadaki dergileri
karıştırın. Havası bile iyi gelecektir.