Tarih boyunca Pablo Picasso’dan Jane Austen’a birçok sanatçının yaptığı
eserleri incelediğiniz zaman birçoğu arasında farklılıklar olduğunu
görebilirsiniz. Sanatçıların içlerinde bulundukları ruh hali, dönemin şartları
ya da yaşadıkları aşklar eserlerine yansır. Bazen depresif ve acının hakim
olduğu eserler ortaya çıkarken bazen ise okurken ya da bir resmi incelerken
içiniz enerji dolar. Sonuçta duygularıdır onların yaratıcılığını perçinleyen.
Tıpkı Ömer İplikçi’de olduğu gibi... Kendi de “Bu tasarım işi öyle
aklındakiyle, duygunla alakalı. Ben yaşadığım hissettiğim ne varsa bu
koleksiyona döktüm.” sözleriyle dile getirdiği gibi tüm duygularını beraber
geçirdiğimiz 69 bölümlük yolculukta tasarımlara yansıttı. Yeri geldi heyecan
dolu anlar tasarımları yansıdı, yeri gelince de acı... İşte Ömer-Defne aşkının
tasarım hali:
İlk duygu karmaşası...
Birine karşı adını konduramadığınız farklı duygular hissettiğinizi ilk
nasıl anlarsınız? Yatakta onu düşünürken? Ya da hiç farkında olmadan herkese
ona anlatırken? Nefesiniz kesildiğinde? Herkesin idrak süreci farklıdır.
Özellikle de bu duygu karmaşasını kabul etmek istemedikleri zamanda... Genç ve
yetenekli bir tasarımcı olan Ömer İplikçi’nin de ilk idrak süreci hiç
beklemediği anda ayakkabı çizerken kağıtta beliren Defne’nin doğum izi olmuştu:
“Ne yapıyorum ben?”
Heyecanlı başlangıçlar...
Hissettiğiniz şeyin aşk olduğunu anladıktan sonra herkesi her zaman bir
telaş kaplar: Acaba o da benimle aynı şeyleri hissediyor mu? Attığı her
adımdan, söylediği her sözden, her bakışından bir anlam çıkarmak istersin.
Aşkın en zor anlarından biridir bu sorunun cevabını bulmak. Ancak ufacık bir
ipucu bulduğun zaman bu aşkın karşılıklı olduğuna dair hemen yaparsın
itirafını. Uzakken yakın olur sevdiğin. Ve ardından başlar rüzgar esmeye efil
efil...
“Duyguların ön plana çıkmasını istiyorum.
Mesela aşk. Bir çift ayakkabıyla aşkı anlatmak istiyorum. Aşkın insanın
duruşunu nasıl değiştirdiğini anlatmak. Aşkla gelen pırıltıyı, heyecanı...
Aşkların yere basmaması, uçmak, rüzgara kapılıp havalanmak.”
Beklenmedik ayrılıklar...
Ancak bazı aşklar için, bazı anlar doğru değildir. Koşullar o aşkın
başladığı gibi devam etmesine izin vermez. Hayat girer araya. Engeller oluşur.
Hele bir de bu aşk bir oyunla başladıysa sırtımızda çok büyük bir yükle çıkarız
bu sevda yolculuğuna. İşlerin ciddiyetini anlaşıldığında ise gelecekte
olacakları engellemek adına düşünmeden kaçarsınız. Geride kalan ise yaşananları
anlamakta zorluk çeker. İnceden inceye bir acı saplanır içine keskin bir bıçak
misali. Bir gün önce senin yüzünü ezberlemek isteyen sevdiğinin, bir gün
sonrası hiçbir gerekçe vermeden gitmesini anlamak zaman alır. Özellikle de
gidişi kalıcı değilse ve en mesafeli haliyle yanı başında durmaya devam
ediyorsa... Bu da ne kadar kırgın bile olsan sevdiğine “git diyemediğin” bir
ortam yaratır. Yıldızların gösterişli parlaklığı aşk acısıyla bir araya gelir
tasarımlarda:
ZEYNEP: “Aşk temamızın ilk
parçası. Hafif ve gündelik olarak da giyilebilir, aynı zamanda geceyi de
aydınlatır. Bu renk ve model gündelik hayatın içinde zarif ve sakin duran, gece
boyunca ortaya çıkan adeta parlayan bir görüntü. Yıldızların ayağımıza
inmesi...”
ÖMER: “Ya hepimiz birer yıldız
oluyorsak...”
ZEYNEP: “Diğer parça ise Aşk Acısı.
İçerdeki alevin dışında kalan mat ve tok duruş. Acıyla var olan aşk, alevlerin
saklanması.”
Ufak tefek bahaneler...
Aşkın en zor hali yakınken uzak olmaktır. Dokunmak istediğin halde
dokunamamak, birlikte olmak saatlerce sohbet etmek istediğinde halde bunların
hiçbirini yapamamak. Gözlerin gözlerine değdiği zaman hemen bakışlarını
kaçırmak... Hiçbir zaman nedeni açıklanamayan bir ayrılığın ardından düştüğü
durum buydu Defne ile Ömer’in. Patron ile asistan arasındaki o cam, aslında
aşkları arasındaki bir engeldi. Ve hiç durmadan çarpan kalpleri birlikte olmak
adına bahaneler aramalarına neden oluyordu. Bir gün sabah elinde tasarım kursu broşürüyle
Defne’nin karşısına çıkan Şükrü ağabey ise onlara bahanelerin en güzeli
vermişti. Tasarım onları yeniden bir araya getirmek için devreye girmişti ve
ardından nefeslerimizi kesen çizim dersleri başlamıştı. Gecenin karanlığında
çalışma odasında sevdiği kadını çizen Ömer bu görevi Defne’ye bırakmıştı. Onun
acemi ilk çizimleri ofiste karşısında oturan Ömer ile hayat buluyordu. Bir
erkek figürüydü korkuyla kağıda dökülen... Korkuyordu Defne. Uzak durması
gerektiği halde bulduğu ilk bahaneyle Ömer’in yanındaki yerini alarak yeniden
bu aşka düşmekten korkuyordu.
“Araştırma çizgilerden hiç
korkma, doğru çizgileri bulana kadar karala. Bu zaten eskiz istediğin zaman
düzeltebiliriz.”
Yazı devam ediyor...