Hatırla Sevgili: Bir başka Necdet Aygün

Küçüklükten beri deli gibi sevdiği, aşkı uğruna sayfalar tükettiği adamdan, dönemin şartları nedeniyle mecburen ayrılmış, üstelik de onun çocuğunu taşıyan Yasemin’in, bir gün kendisine aşık olacağını umarak bu evliliğe başlaması ne kadar doğruydu? Bu karşılığı almayı hayal ettiğini Teo’ya kendisi itiraf etmişti zaten. O zaman bu yaptığı iyi niyet sayılır mı? Sadece yardım amacıyla evlenip, ilk fırsatta boşansaydı o zaman iyi niyet denebilirdi yaptığına. Ama o Güzide’yle bir ilişkiye başlamasına rağmen, Yasemin’le Ahmet’in aralarının düzeldiğini görmesine rağmen, Rüya’yı ve ailelerini bahane ederek boşanma işini olabildiğince erteledi. Mesela ben, aynı durumda Ayla kalsaydı, ona da benzer bir evlilik teklif edebileceğini hiç düşünmedim. Etseydi bile her şeye rağmen yıllarca bu evliliği sürdürmek için asla çabalamazdı. Aslında yaptığına çok da şaşırmıyorum. Ahmet’le daha ilk bölümlerde bir meyhanede sohbet ederlerken aşk için her şeyin mübah olduğunu söylemişti. Ona göre, aşkı için susmak, sırf kendi güzel düzeni bozulmasın diye bildiklerini sonuna kadar saklamak mübahtı demek ki. Halbuki insan gerçekten aşık olduğunda kendi mutsuzluğu pahasına da olsa sevdiğinin iyiliğini ister.

Gerek hayat tecrübesi, gerek de iki tarafın da yanlış bildiklerini bir tek kendisinin doğru biliyor olması sebebiyle Necdet, Ahmet'le Yasemin'in kavuşamamasındaki başrollerden biridir bana göre. Ahmet, Kayseri’ye kadar geldi, evlilikten sonra Yasemin’e ulaşmak için çabaladı, yapılan evliliği asla ciddiye almadığını defalarca belirtti. Necdet tüm bunları biliyordu ama Yasemin’e hiç söylemedi, çünkü yanlış anlaşılmaları çözüp de bir araya gelmelerinden korkuyordu. O yüzden “Yasemin artık benim karım oldu, ‘benim’ karım oldu. Anla bunu.” diyerek Ahmet'i püskürtmeye çalıştı. Sırf Yasemin’i müşkül bir vaziyetten kurtarmak için böyle bir evliliği kabul etmiş olsaydı, Yasemin’e hâlâ aşık olduğunu, ondan vazgeçmediğini ısrarla vurgulayan Ahmet geldiğinde hiç değilse onların konuşmasını engellemezdi. Bu durumda da Yasemin’in Necdet’in “fedakarlığına” ihtiyacı kalmazdı.



Necdet, Yasemin’le evlenerek daima hep en fedakar, en çok acı çekilen olarak lanse edildi. Halbuki bir insanın fedakar sayılabilmesi için ortada “feda ettiği” bir şey olması gerekir. Ben bu evlilik süresince Necdet’in elinden çıkan, onun tarafından, onun hayatından “feda edilen” hiçbir şey görmedim. Fedakarlık dediğin şey; başkası için yaptıkların değil, kendin için yapmadıklarındır aslında. Oysaki Necdet, fedakarlık diye adlandırılan şeylerin hepsini kendisinden bir şey eksiltmeden gerçekleştirdi. Neyi feda etti ki? Alışık olduğu düzeni mi? Oturduğu evi mi? İşini mi? Ailesini mi, arkadaşlarını mı? Necdet Yasemin’le evlenmeseydi de aynı iş yerinde çalışacak, ailesiyle ve arkadaşlarıyla aynı düzeni zaten sürdürecekti. Bir tek kavuşamadığı bir aşkın acısını duyacaktı. Ama bu evlilik sayesinde tüm bunların yanı sıra normal şartlarda rüyasında bile göremeyeceği şeyleri yaşadı.

Yasemin'le başka türlü beraber olması mümkün değildi. Bu evlilik sayesinde, Yasemin’le evlenemeseydi yaşayacağı hayattan çok daha dolu bir hayata sahip oldu, asla yaşayamadığı duyguları yaşadı. Yasemin’in her gece yan odadaki ağlayışlarına kulak tıkadı, Ahmet’in hem Kayseri’ye, hem pastaneye gelip de aşkına sahip çıktığını Yasemin’den gizledi ama sonuçta aşık olduğu kadınla yedi yıl aynı evde yaşadı, dünyalar tatlısı bir kızın babası olarak sonsuz hazlar edindi. O bunlara sahip olmak için bildiklerini kendine gizlemeyi mübah saydı.

Yazı devam ediyor.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER