Bir yerli dizi fanı olarak çok fazla yabancı dizi
izlemem ama bu sevmediğim anlamına gelmiyor. Yabancı bir diziye tutuldum mu
günde birkaç bölüm bilgisayarın başından kalkmadan izlerim. Özellikle stoklu yabancı
dizileri izlemekten zevk alıyorum, hele hele bizim bir bölümü saatler süren
yerli dizilerimizle kıyaslayınca. Bağlanma sorunu var sanırım bende. Evet, yabancı
dizilere bağlanma sorunu! Bir bağlansam akıp gidiyor da işte mesele o yola baş
koymakta. The Night Of’a beni çeken
ise konusu oldu ama üzerine yapılan olumlu yorumların ve elbette 8 bölümlük
mini dizi olmasının etkisi büyük.
The
Night Of, Pakistanlı bir gencin bir şekilde karıştığı cinayeti
ve sonrasındaki soruşturma ve yargılama evrelerini anlatıyor. Dizi yargı sistemi, avukatlar, suç, suçlu
psikolojisi, toplumun suçluya bakışı, cezaevi sistemi, 11 Eylül’ün etkisi ve
Müslümanlık gibi pek çok konuya dokundurup elini çekiyor, tabiri caizse göze
sokmadan mesajlarını veriyor. Dizi beni -okuyanlar anlarlar- Victor Hugo’nun Sefiller’inden Jean Valjean’e götürdü.
Bir suçlunun veya bir suçla yargılanan kişinin toplum tarafından itildiği nokta
dizide abartılmadan hatta naif denebilecek ölçüde değerlendiriliyor.
Diziyi izlemeye
başladığımda her ne kadar cinayet ve katilin kim olabileceği üzerine dikkat
kesilsem de daha sonra aslında verilen mesajın bununla ilgisi olmadığını anlayıp
diziyi farklı bir bakış açısıyla izlemeye devam ettim. Biraz algıda seçicilik, kendi
mesleğimle alakası itibariyle aslında The
Night Of benim için Amerikan yargı sisteminin gölgesindeki veya kanatları
altındaki -duruma göre değişir- avukatları incelemek için seyirlik bir şölendi.
Mesleğini sadece ün elde etmek için yapanı da var, sadece para kazanmak için
yapan da aldığı davayı fazlasıyla kişiselleştiren de.
Malum, Amerikan yargı sistemiyle
bizim hukuk sistemimizin uzaktan yakından ilgisi yok. Mesela bizde jüri sistemi
olsa nasıl olurdu, hep düşünürüm. Ceza hukukuna ilgim fazlasıyla varken -henüz
yolun çok başındayım- bu alanda çalışmayı düşünmüyorum çünkü bana uygun
olduğuna inanmıyorum. Ceza hukuku diğer alanlara kıyasla teraziyi dengelemenin
en zor olduğu alan bence. Vicdanı hem elden bırakmadan hem de ön plana almadan
bu işi yapmak lazımken vicdanınızın kurbanı olabilir veya en kötü senaryo
vicdanınızı kaybedebilirsiniz. Tabii bu tamamıyla benim vicdan muhasebemle
alakalı elbette masumiyet karinesi ve herkesin savunulmaya hakkı olduğu
gerçeğini asla ama asla göz ardı edemeyiz. İşte bu yönleriyle The Night Of benim ilgimi çekti. Üç farklı
avukat, üç farklı hukuki bakış açısı ve aslında en çok üç farklı vicdan
muhasebesi gördüm. Avukat olarak ön plana kendini değil sanığı çıkarmak
gerektiğini, olayı asla kişiselleştirmemeyi, aslında olayın sadece para
kazanmak olmadığını ve en önemlisi hislerine güvenmen gerektiğini tokat gibi
yüzüne çarpıyor dizi.
Bahsettiğim tüm bu
güzellikler elbette muhteşem oyuncular sayesinde şekilleniyor. Üzerine laf
etmek bana düşmez ama Riz Ahmed, Amara Karan ve en çok John
Turturro resmen döktürüyor. İzlemesi benim için bir şölene dönüşen bu dizi
herkese ama en çok da hukukçu arkadaşlarıma tavsiyemdir.
*Üçnoktabir - Dediler ki adlı
şarkısından alıntıdır. Ben tesadüflere inanmam, çok sevdiğim ama uzun zamandır
dinlemediğim bu şarkı,
The Night Of’un
finalini izledikten sonra karşıma çıktı ve bence dizinin ruhuna çok da uydu.